excursiones en estambul ve modern islam56

excursiones en estambul ve modern islam56

 excursiones en estambul en güzel bilgileri yazan excursiones en estambul dediki Ahmed Cevdet (1309: IV/254), tabiî/pozitif hukuk ayırımı bakımındajı İlahî yasa olarak şeriatı, tabiî hukukun karşılığı olarak alıyordu. Burke’ü^ yaptığı tabiî/müşterek hukuk ayırımı, kanaatimizce İslam’daki ^en'. at/fıkıb ayırımına tekabül
etmektedir. Osmanh hukuku, Burke gibi Cev-det (1986: lV/263: 1309: 1/217, IV/294)'in de ifade ettiği, Romalı emperyal geleneğe özgü üçlü ayırıma dayanıyordu (Pollock 1901:15), Birincisi, tüm canlılar arasında adaleti gerçekleştirecek, İslam’da /er/ardenen tabiî veya ilahi hukuk (ius naturale, natural laW), İkincisi, insanlar arasında hakkaniyeti (eguit})
gerçekleştirecek, İslam’da fıkıh denen müşterek hukuk {ius gentium, common IaW), üçüncüsü belli bir ülkede düzeni sağlayacak, Osmanh’da kânun veya nizam denen pozitif hukuk [ius çivile, civil la W): “Tedbir-i mülk ve emr-i idare hakkında mevzu' olan kavâid ve şerâit-i îslâmiyeye nazar-ı i m'ân ile bakılır ise görülür ki bu kavâid ü şeraite tamâmıyla tevfık-i hareket eyleyen devlet bir taraftan adalet ü hakkaniyete en muvafık veçhile hürriyet esaslarını müştemil ve diğer taraftan hükümet-i mutlakaya mahsus olan inzibat ve iktidarı... "sağlar. Bu itibarla Osmanh gibi geleneksel dünyagörüşüne mensup bir ülke için mesele, hukukun icadından çok riayetiydi. Geleneksel dünyagörüşü uyannca Burke gibi (Stanlis 2003; 65) devletin temel işlevini “adalet dağıtmak {ihkâk-ihukûk-ı ibâd}" olarak gören Cevdet (1309: IV/294, X/ıı6, 187), bunun için özellilde hukukun üstünlüğünün, kânunların herkese tam ve standart bir şekilde uygulanmasının hayatî önemini vurgular. Bundan herhangi bir sapma, dönülmez bir ihtilali başlatır.
Fıkıh denen İslam hukuku da, İngiliz müşterek hukuku gibi meseleci (casuistic, decisional) karakterdedir. Nitekim İngiliz hukukunun ötesinde mukayeseli olarak Doğulu hukuk sistemlerini de inceleyen, sözgelimi Kur’ân’ı okuyan Burke (1955; 150), İslam hukuku dâhil. Doğulu ülkelerin hukuk sistemlerinin de evrensel bir ahlakî düsturu yansıttığını belirtmiş (Stanlis 2003: 65); bu arada Osmanlı’nm despotizmine dair yaygın iddiaya da itiraz etmiştir. Ahmed Cevdet (1980: 200) te, "Mecelle-i Ahkâm-ı ‘Adliyye, hâlâ cümle mehâkim-inizâmiyyede düsturu'l-ameldir. Kıbrı s’ta dahi Ingilizler, anı bilâ-tağyir mer'iyyü’l-icra tutmuşlardır"diyerek İslam ve İngiliz hukuk sistemleri arasındaki bu yakınlığa dikkat çekmiştir. Keza Namık Kemal de, krala iktidarını, ülkelerdeki mahkemelere tam yargılama yetkisini ve her
hukukunun, Osmanlı hukukuna benzer olduğunu savunmaktaydı.'^° 0iğer taraftan Cevdet, A/(?ce//e teşebbüsünün, fıkhın klasik meseleci usulünden ayrılma anlamına geldiği kanaatinde değildi. Nitekim kimi yorumculara göre Mecelle, aslında klasik meseleci usule uygun bir tarzda hazırlandığından soyut metotla hazırlanan mevzuat hukukunda bulunmayan bazı lüzumsuz tekrarlar içerebiliyordu (Kütükoğlu 1986: 35). Burke (1955: 23) de özünde müşterek hukuk ilkelerine dayanan mevzuat hukukunun, sadece onu yeni bir tarzda sunduğunu belirtirken aynı noktayı vurguluyordu.
İki ülke ve düşünür arasında ileride göreceğimiz dördüncü ortaklık, toplum, ortaklık, politika ve anayasa vizyonuna ilişkindir.
Akıncısı, felsefenin ideolojik kullanımına muhalefet. Edmund Burke, isimsiz olarak 1756’da, henüz 27 yaşındayken çıkardığı The Vindication ofNatural Society a.dh eseriyle rasyonalistik-modernistik toplumsal projelere hayat boyu sürecek muhalefetini göstermişti. excursiones en estambulBurke (1955: IX) o zaman fark etmişti ki artık saf dine hücumdan yorulmaya başlayan zamanın Fransız rasyonalistleri gittikçe spekülatif hücumlarının bir aracı olarak politikaya dönüyorlardı. Yani felsefe, loş salonların, kahvehanelerin dışına çıkarılarak, politikaya tercüme edilerek dünyayı değiştirecek bir araç, ideoloji olarak kullanılmaya hazırlanıyordu. Hâlbuki Burke (1955: ıoı)’e göre İngiliz aydınlanması, İngiliz halkı üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildi. Bu farkı bugün bile Kıtasal Avrupa felsefesine göre disiplinin daha çok teknik bir uğraş olarak algılandığı İngiliz analitik felsefesinde görmek mümkündür. Bu, felsefenin toplumlara göre değişen kültürel karakterini gösterir. Burke’ün eleştirisinden “dünya-kurucu” olarak spekülatif felsefenin geleneksel toplumlarda varlık sebebinin olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.
Cevdet {1309: I/173-84, Vl/148-49) de Burke gibi Fransız Devrimi’ni, monarşi döneminde fikir hürriyetinden ve yeterli bilinçten mahrum halkı saptıran Aydınlanma filozofları ve militan propagandistlerin eseri ola-
Ancak Namık Kemal, her ikisi de kısmen Osmanlı İmparatorlugu'nda mevcut olmadığını söylediği aristokrasinin temsili üzerine dayandığı için Prusya ve İngiliz anayasaları yerine Fransa'nın İkici İmparatorluk anayasasını öneriyordu (Mardin 1996; 344-7).
410 BEDRİ GENCER
rak görür (Neutnann 1999: 139-4°)- Öteden beri her türlü siyasî ve dini fikir hürriyetinden mahrum tutulan Fransız halkı, Rousseau ve Voltaire gibi Aydınlanma filozoflarının fikirlerini hazmedemeyerek sapıttı ve azdı. Böylece etki/tepki sonucu, ibahiye (libertarianism) ve kelbiye (cynkism) akımlarının yaygınlaşan etkisiyle "hayvani" bir hürriyet anlayışı ortaya çıktı.''*' Görüldüğü gibi Cevdet, liberteryanizmi pejoratif bir anlamda kullanır. Rasyonalizmin XIX. asra özgü yeni bir türünü simgeleyen pozitivizm ile özdeşleştirilen dehriye de Cevdet için ciddi bir tehlikedir (Neumann 1999: 161, Meriç 1979; 81). Felsefenin kriz anlarında kolayca ideoloji ve devrime tercümesi, Cevdet’i ürküten bir ihtimaldir.
excursiones en estambul sundu..