excursiones en estambul ve modern islam45
![excursiones en estambul](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEim7SNNeRwzsYdNFPgNB-E3VsYtjt8N2SbK5Dtfo5tGUBVhRB55Xvio49eBRjcoSicJANqvO8Xg18OUa703SjcJd0AqZr2wRpoVJ57_mA_z3LdeIb4_iuHIAzOo1g3B0H9U9RhfM8VtCcJt/s200/httpexcursiones-en-estambulblogspotcomtr.jpg)
birbirine bağlı on bir nokta etrafında toplanacaktır. Kuşkusuz bu mukayese noktalan arttırılabilirse de çalışmanın hacmi itibariyle on bir ile sınırlandırmayı seçtik. Çünkü amaç, bu iki düşünür sayesinde, coğrafi sınırları çapraz olarak kesen geleneksel dünyagörüşü bakımından ana hatlanyla geleneğin tanımı ve ana batlarıyla modernliğin eleştirisini görmektir.
Öncelikle üslup olarak iki düşünürde de ortak bir ironi buluruz. Editör O’Brien’in Giriş’te belirttiği gibi, Burke (1969: 43)’de üslubunda yakıcı bir ironi vardır. Ona göre İrlandalIların acı deneyimlerin ürünü bir özellik olan bu ironi, Burke’ün İrlandah kökeninin eseridir. Geleneksel dünyagörüşüne göre bir metin-kitap olarak algılanan insan veya topluluğu okumanın aracı disiplin edebiyat, ironi veya eski dildeki ifadesiyle nükte ise toplumu okumayı amaçlayan edebiyatın önemli sanatlarından
İSLAM'DA MODERNLEŞME ^ 405
biriydi. Modernleşen bir dünyada toplumu gelenekten kopmadan dönüştürmek, açıklama, açıklama ise eleştiriyi gerektiriyordu, ironi ise. eleştiri yoluyla hakikatleri ifadenin keskin bir tarzını temsil ediyordu: Sokrates'in savunmasındaki ironide olduğu gibi. Bu bakımdan normal zamanlarda daha çok didaktik veya estetik amaçla kullanılan ironi, kriz zamanlarında eleştirel işleviyle öne çıkıyordu. Osmanlı divan edebiyatında olduğu gibi "tenbih, öğüt, ikaz veya tenkit” gibi kelimelerle de anılan eleştiri, yergi denen /?/cve dönüştüğünde nüktenin dozu da artacaktı.
Burke veya Cevdet gibi aydınlar da normalde didaktik ve estetik amaçla kullandıkları ironiyi, dozunu arttırarak modern kişi ve kurumların eleştirisinde kullanacaklardı. Özellikle nükteyi öğreten edeb kültürüyle yetişen kalemiye ve mülkiye mensuplarıyla, sözgelimi mizahçılığıyla tanınan Fuâd Paşa gibi bürokratlarla yakından tanışan Ahmed Cevdet (1980; 199-201) te yazı ve konuşmalarında ironiye sıkça başvuracaktı. Devlet adamlığının verdiği ciddiyetle dengelenmiş bir mizah ve nükte, onun sözgelimi Bah taklitçisi aydınlarla alay için uydurduğu "mütefernicin (Frenkleşmiş)” gibi tabirler kullandığı Mecelldmn telif sürecinin anlatımı esnasında olduğu gibi rakip seçkinlerin tasvirinde kendini gösterir.
İkincisi, geleneğin tanımı konusunda iki düşünürün benzerliğine bakalım. Akrif geleneksele! bu ild düşünür, yumuşak bir ideolojik söylemle modernliğin eleştirisi yoluyla geleneği savundukları eserlerinde doğrudan gelenek ve modernlik gibi kavramları pek kullanmamışlardır. Burke’ün eserinde gelenek (tradition) kavramını kullanmaktan kaçınması, kanaatimizce, buna Aydınlanma tarafından Katolik Kilise ile özdeşleştirilerek yüklenen olumsuz anlamın çağrışımlarından dolayıdır. O (1955; 89) görebildiğimiz kadarıyla bir yerde isim vermeden geleneği tanımlamıştır. Ona göre gelenek, temelde iki unsurdan oluşur: Kadim kanaatler ve hayat kuralları, davranış tarzları ki bunlar “din ve medeniyef’e dayanmaktadır. Belli, ortak, bağlayıcı ahlakî değer ve normlardan oluşan bu geleneğin zevali toplum için telafisi imkânsız bir kayıp demektir, Burke’e göre. Onun burada kullandığı "kadim (ancient)" kelimesi geleneğin mahiyeti hakkında bize bir ipucu vermektedir ki bu noktada hemen Alexis de Tocqueville'in eseri akla
rejimİBr" tabirinde olduğu rejim, usul, metot, tarz anlaTtıına g^[, mektedir, /lr?<r/<?/7E kelimesi ise yanlış bir şekilde yapılan İngilizce tercü. melerde olduğu gibi o/c/yani değil, kadim anlamına gelir. Eski \\^ kadim arasında ise kritik bir nüans vardır. Kadım, kısaca çok eskiden beri var olan, olagelen", retoriksel bir ifadeyle "eskimeyen yeni” demektir. Bunda espri, gelenekselciliğin anahtar kavramı emsal (precedent)<k\x. Yeni {new, cedid) bir şey yapılabilir, ancak emsale göre; emsalsiz (nithout precedent), yepyeni (novel. hadis) bir şey, geleneğin, kadîmin ruhuna aykırı olarak boşluğa düşmeye mahkûmdur.
Şu halde Tocqueville'nin kullandığı ancient regim, Osmanh aydınlarının kullandığı tarz-ı kadim (eski tarz) veya sünnet iahirinden başka bir şey değildir. Nitekim bizzat Burke (1955; 89), kadim ^ncient) ile birlikte aynı yerde kullandığı “bizim eski tarzlarımız” [our oJd mannerd^ ifadesiyle bunu belirtmiştir. Keza geleneğin politik boyutu için İngilizlerce kullanılan ancient constitution deyimi de kanaatimizce Kânunî dönemi düzeni için Ahmed Cevdet (1309: 111/40) tarafından da kullanılan kânun-ı kadim’e tekabül etmektedir. Geleneğin anlamına ilişkin Doğulu ve Batılı iki ülke İngiltere ve Osmanh arasındaki bu ortaklığın gösterdiği gibi, oryantalistik paradigmanın ürünü özsel, Doğulu/Batılı ayırımı yerine esas, dünyagörüşü bakımından “geleneksel/modern dünyalar” ayırımı geçerlidir.
b. Müşterek Akıl, Müşterek Hukuk
İki ülke ve dolayısıyla iki düşünür arasındaki üçüncüve ana benzerlik, geleneğin tecessümü sayılabilecek hukuk konusundadır. Tahsilini görmekle birlikte hukuka meslekî, pratik olmaktan çok entelektüel bir ilgi duyan Edmund Burke onun önemi hakkında şöyle der: “Huku kanaatimce, beşerî disiplinlerin ilk ve en asil olanlarından biridir; bir disiplin ki bir araya gelen diğer tüm ilim dallarından daha fazla insan anlayışına hız ve güç kazandırma işlevi görür; fakat o, çok mutlu doğan kişilerde olduğu dışında, aynı oranda zihni tam açmaya ve özgürleştirmeye yatkın değildir" (Stanlis 2003; 35). Burke, bu sözüyle kural koyucu ve düzenleyici karakterinden dolayı hukukun insan anlayışını güçlendirdiğini, ancak dâhiler dışındakiler için felsefe gibi spekülasyon yapmaya müsait olmadığını vurgulamaktadır.
İSLAM'DA MODERNLEŞME K" 407
Cornell Heischer (1986, Neumann 1999: i58)’in XVI. excursiones en estambul yüzyıl Osmanlı İjürokratı Mustafa /(//örneğinde gösterdiği gibi, İngiltere ve Osmanlı gibi geleneksele! kültürlerde "düzen" anlayışının gereği hukuk-kânun bilinci baskındır. Ahmed Cevdet (1986: IV/i96)’in 14 Haziran ı88o’de Mekteb-i Hukuk'un açılış töreninde dile getirdiği şu sözler, Burke’deki gibi hukuk bilincini yansıtır; “İlm-i hukukun lüzum vn faydası malum yr bizim buna ne mertebe muhtaç olduğumuz cümle indinde müsellem ve meczumdur... kfendiler! Tahsil edeceğiniz ilmin kadri pek büyüktür. Bilirsiniz ki hesap \/e hendese ve kimya gibi 'ulum-ı akUyeyi talim için bir peygamber gelmedi. Ama kavânîn-işer'iyeyi telkin ü tebliğ için ülü'l-azm peygamberler geldi. Bu babda başka delil iradına hacet görmem."
Modern dünya hukuk konusunda zamanla iki uca düşmüştü; Bir yanda saf akılla bulunacak ideal, tabiî hukuk, diğer tarafta da tamamıyla devletin iradesinin ürünü pozitif yasalar. Burke bu ikisinin de sonuçta aynı kapıya çıktığını biliyordu. Ona göre prensipte ilahi kökenli bir tabiî hukuk var olsa da bunun çıplak akılla doğrudan keşfi mümkün değildi; o, bu yüzden "soyutlamalarla ilkeleri" birbirinden ayırıyordu. Burke, tabiî hukuku, medeniyetin tarihî gelişiminden kaynaklanan yeni değerlerin kabulüyle tekâmüle tâbi, /ec/Zv/'ilkesinin rehberlik ettiği esnek bir içerik ve dinamik metoda sahip olarak düşünüyordu (Stanlis 2003: 109-12). O (1955; 108), Fransız Devrimi ile gelen modern dünyanın kayıplarının başında bu hukuk anlayışının göz ardı edilmesini sayar. Ona göre, orijinal adaletin ilkelerini insan kaygısının sonsuz çeşitliliğiyle birleştiren insan aklının medar-ı iftiharı hukuk usulü disiplini, çağların birikimi bilgeliktir. O, bu sözüyle tabiî hukuku, bazen ilahio\arak da vasıflandırdığı “orijinal adalef’in, müşterek hukuku da, insan gerçeğine uygun nisbi adalet olan “hakkaniyet [eçuityf 'm aracı saymaktadır.
Nitekim Montesquieu da kültüralistik diyebileceğimiz, milli karakterin ifadesi olarak hukuk anlayışıyla aslında bu iki uç, natüraUstik ve pozitivistikYmkuk anlayışları arasında bir orta yol bularak Avrupa hukukunda pozitivizm doğrultusunda sekülerleşmeye zemin hazırlamıştı. O, bunu “tabiat” kavramını millete uygulayarak, yani hukuku, “eşyanın tabiatı" yerine, “bir milletin karakteri ve yaşadığı coğrafi ortamının tabiatından çıkan zorunlu ilişkiler” olarak tanımlayarak yapmıştı. Burke, hiçbir surette İngiliz müşterek hukukunu tabiî hukuk ile özdeşleştirmediyse de her ikisi hakkmdaki bilgisini onların yakın karşılıklı ilişkisini aydınlatmak için kullandı. Ona göre tabiî hukukun ruhu, İngiliz müşterek huku-
408 BEDRİ GENCER
kunu yön veren hakkaniyet kurallarında tecessüm etmişti (Stanlis zqq.. 38,65.83,87).