excursiones en estambul ve insan ile din bilgisi33

excursiones en estambul ve insan ile din bilgisi33

 sizlere bugün en güzel bilgileri yazan excursiones en estambul diyorki Sklerc kadar yükselen bir meş’ale yanmış, şarkdan garba srdünvâ bu meş’alenin ışığından aydınlanıyordu. Bu ' un rivSsvnm girdikçe artdığını, birçok insanların bundan Lmlanm yakdıklarını müşahede etdim. Bu rü’yâyı. sizin |i,a geleceğimle bir müjdeci, bir işaret biliyorum).
Bce BSkî-billâh “kuddise sirruh”, imâm-ı Rabbânîyi “kadde-jtıiisirrehül’azîz” mutlak icazet ile Serhend şehrine gönderir-I,kendisi makamından çekilip, bütün talebesinin, hattâ kendi lUanmn lerbiyesini ve yetişmesini Ona havale eyledi ve (Ah-j, bizim gibi binlerce yıldızı örten bir güneşdir. Bu ümmetde ©gibi ancak iki üç dâne vardır. Şimdi ise, gök kubbe altmda, ın gibisi yokdur. Kendimi onun tufeylisi [talebesi] biliyorum, un ma'rifetinin hepsi doğru ve Peygamberlerin “aleyhimüsse-a beğendiği şekldedir) buyurdu. Hattâ, diğer talebeleri gibi,

M da, feyzlenmek ve nûrlanmak için, onun sohbetine devâm rai.
İmâm-ı Rabbani, yüksek derecelere ve eşsiz makamlara kavuş-ittşo arak Serhende gelip, Allahü telânın sevgisine kavuşmak is-ip en yeüşdirmekle meşgul oldu. İrşâd sesleri dünyâya yayıldı, ayet avazları, kalbleri behâr gibi yapıp, nice yenilikler, yeşillik-uu ra geldi. Kutb-ül-aktâb davulu, onun ismiyle çalındı. Vilâ-Lı kavuşmak, onun bir iltifatı ile nasîb oluyordu. Eb-
er ve Evlâdler, onun huzûruna koşdu. Vilâyet nûrlan, kerâmet rekeüeri, dil ile anlatılacak, yazı ile bildirilecek cinsden değildir, a alet ve şaşkınlık sahrasında kalanlar, onun sohbetinde hidâye-'îkavuşdu.
Uzaklık denizinde boğulmak üzere olanlar, yakınlık sâhiline, Onun bir iltifatı ile erişdi. Hakikat ve ma’rifet tâlibleri, karınca gi-w etrafına üşüşdü. Sultânlar, kumandanlar ve vâlîler, pervâne gi-aibu hidâyet kaynağının ışığı ile aydınlandı. Huzûrunda, talebeye nisan yağmuru gibi gelen feyzlere, yedi kat gökdeki melekler ^bla eder oldu. Her tarafda, âlimler ve fâdıllar, onun büyüklüğünü, kerâmetlerini işiterek, vüâyet saçan kapısının eşiğine yüz sürmek için acele etdiler. İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran teveccühleri ve nazarları bereketi ile, huzûra, nûra ve hiç uğraşmadan müşahedeye ve çile çıkarmadan, tevhide kavuşdular. Vahdet denizine dalmadan, ehâdiyyet deryasında yok olmaları, hiç zahmetsiz hâsıl oldu. Kesretde vahdetin müşahedesi, muhabbet deri ile gönül ma’rifetleri, küçük bir iltifâtlarının semeresi ol-cezoe r y^ riisbeti yeniden kuvvetlendi. Hattâ onun bereketli »tleri ile bütün dünyâya yayıldı. O zemâna kadar bilinen sü-!'*'vn ötesinde, başka nisbetler ele geçdi. Ondan önce
lenler, onun bereket ve teveccühü ile, hemen hâsıl oluyordu, lı,„. bârek zâtı “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Allahü teâlâmn büyük ni’meti ve Resûlünün “sallallahü aleyhi ve sellem” vekili oldu. Ni-hâyetsiz yolların rehberliği, önderliği ona verildi. İkinci bin yıllan-nın müceddidi oldu. Böylece, kıyâmete kadar, her kime feyz ve bereket gelse, onun vâsıtası ile gelir. Yeni yeni ilmleri, duyulmayan ma’rifetleri, kimsenin haber vermediği sırlan ve kimsenin kavuşamadığı garîb keşfleri ile, yeni bir yol açdığı güneş gibi meydândadır.
Her yüz sene başında bir (Müceddid), [dîni kuvvetlendirici] ge-hr. Ammâ, yüz senede gelen müceddid ile, bin senede bir gelen müceddid arasında çok fark vardır. Yüzle bin arasmda ne kadar fark var ise, bu iki müceddid arasında da o kadar, hattâ dahâ çok fark vardır.
Müceddid, o müddet içinde herkese onun vâsıtası ile feyz ve bereket gelen zâtdır. Kutblar, Evtâd, Büdelâ ve Nücebâ ‘‘kadde-saUahü teâlâ esrârehümürazîz” dahî ondan feyz alırlar.
İmâm-ı Ahmed Rabbânînin “kuddise sirruh” vakti şöyledir ki, eski ümmetler zemânında dünyânın zulmet üe dolduğu yıllarda, ülül’azm bir Peygamber gelir ve yeni bir din getirirdi. Ümmetlerin en hayrlısı, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir. Bu ümmetin Peygamberi de, Peygamberlerin sonuncusudur “aley-himüssalevâtü vetteslîmât”. Bu ümmetin âlimleri, Benî-İsrâîlin Peygamberleri gibidir. Hadîs-i şerîfde, böyle olduğu bildiriliyor. Bu ümmetde âlimlerin varlığı kâfî görüldü. Böyle bir vaktde, ya’nî Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin sene sonra, ma’rifeti tâm, âlim ve ârif bir zât lâzımdır ki, eski ümmetlerdeki ülül’azm bir Peygamberin yerini tutsun. Zîrâ, bu ümmetin âhiri, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtmdan bin sene sonradır. Çünki, bin sene geçmesinde büyük bir husûsiyyet ve işlerin değişmesinde kuvvetli te’sîrler vardır. Bu ümmetde ve bu dinde değişiklik olmıyacağma göre, şübhesiz geçrrüşlerdeki nisbetin ve o sağlam yolun, sonra gelenlerde yeniden kuvvetlenmesi zarûrîdir. Böylece, imâm-ı Ahmed Rabbânînin “kuddise sirruh” mubârek zâtını, nübüvvet ve ris' bütün kemâlâtini câmi’ kılıp, bu yüksek makâm ile diğer’ dılar. Onun şaşılacak ilmlerine, Zât-i
-ıhlâkına ve hâlleri, mevâcid ve tecellîleri ve zuhûrlar» rTsözlenne ve yazılarına bakanlar, bunu gayet iyi anlar,
' ti'bunlar islâmiyyetin özü, dînin esâsı ve Allahü teâlânın zâ-afatlarına âid ilmlerin hülâsasıdır. Kâ’be-i mu’azzarnamn ,jkikaü,Kur’ân-ı kerîmin hakikati, nemâzm hakîkati, ma’büdiy-İ-i sırta, muhabbetin; hıllet, muhibbiyyet ve mahbûbiyyet gibi ietecelcri, te’ayyün-i vücûdî, te’ayyün-i hubbî, lâ-te’ayyün mer-ibesi, mahlûkatın mebde-i te’ayyünlerinin zuhûru, Peygamber-itinve meleklerin mebde-i te’ayyünleri, talebenin isti’dâdlarının lingi sıfat ve ism-i İlâhî ile münâsebeti olduğu, Evliyânın meş-sbleri, hangisi Muhammedî-ül meşreb, hangisi İbrâhîm-ül meş-sb... muhibbiyyet ve mahbûbiyyet-i zâtiyye ile olan kendi vilâ-jeüeri,bunların husûsiyyellerinin hakîkî hüviyyetleri, kayyûmlu-iiın hakîkati, sabâhat ve melâhatin esrân ve bu iki güzelliğin kanaması ve daha nice esrâr ve ma’nâlar, Allahü teâlâ tarafından ma ihsan edildi. Dahâ önce gelen Evliyâdan “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hiçbirisi bunlardan bahs etmedi. Bunların taf-iiu, üç cild (Mektûbat) kitâblannda ve diğer yedi risâlelerinde yazılıdır.
İmâmın “kuddise sirruh” keşf ve kerametleri sayısızdır. Teber-aıken birkaçını yazalım:
, \ ®ügün talihlerden biri, İmâma bir mektûb yazıp, (Sizin bu Kyan etdiğiniz makamlar, Eshâb-ı kirâmda hâsıl olmuş mu idi, yoksa olmamış mı idi? Eğer hâsıl olmuşsa, bir defada mı hâsıl ol-flu, yoksa tedricen mi?) diye sordu. İmâm buyurdu ki, bu süâlin ce-''abı ancak sohbetde verilir. Soran kimse, huzûruna ve sohbetine Sddi. İmâm “kuddise sirruh” onun hâline teveccüh edip, kendindeki bütün nisbetleri ona ihsân eyledi ve (Ne gördün?) buyurdu. Hazret-i İmâmın ayaklarına kapandı ve (Resûlullahm “sallallahü îleyhi ve sellem” bir sohbeti ile, Eshâb-ı kiram “aleyhimürndvân” vilâyetin bütün makâmlanna
.S — Halkada dâima Kur’ân-ı kerîm okuyan bir hafız, ağırşekl-dc hastalandı. Herkes ümmîdi kesmişdi. İmâm-ı Rabbânî, onuhi-mâ\ cm altına aldım, buyurdu. Hemen iyi oldu.
o — Seferde iken arkadaşları ve talebesi havanın boğucu sıcaklığından çok sıkıldı. Ondan, merhamet istediler. İmâm “kuddise siiTuh”. Allahü teâlâya ilticâ etdi. O ânda bir parça bulut göründü ve hafifçe yağmur yağdı. Sıcaklık geçdi. Toz kalmadı.
7 — Muhlislerinden birkaçı, uzak bir yerde Hindûlara âid bir pııthâneyi boş bulup, putları kırdılar. Putperestler, her tarafdan ellerinde silâh ve kılmçlar olduğu hâlde, etrâflannı çevirdiler. Bu muhlisler. İmâma sığmıp, yardım istediler. İmâm-ı Rabbânî “kad-desallahü teâlâ sirrehürazîz” orada göründü ve bujoırdlu ki, (Hiç üTülmeyin! Size gâibden yardım geliyor). Birçok süvân görünüp, bu azizleri kâfirlerden
S — Talebesinden biri, sahrâda arslanla karşılaşdı. Kaçacak yer vokdıı. İmâma sığmıp, imdâd diledi. İmâm, elinde baston ile göründü ve o kükremiş arslana şiddet ile vurdu. Arslan kaçdı. Talebe kurtuldu.
Ü — Çok uzak bir memleketde bulunan bir azîz İmâmın med-hini duyup, Serhend şehrine geldi. Geceleyin bir kimsenin evinde müsâfir kaldı. İmâmdan istifâde etmek için geldiğini, ona talebe olmak şerefine kavuşmak istediğini ve bunun için çok neş’eli olduğunu söyleyince, ev sâhibi, hazret-i İmâmı kötülemeğe ve hakkında ağza alınmayan şeyler söylemeğe başladı. O azîz, çok üzüldü. Mahcûb oldu. İmâma sığınıp kalbinden yalvardı: (Ben, yalnız Allah rızâsı için, size hizmet niyyeti ile gelmişdim. Şu şahs, beni bu so'âdetden mahrûm etmek istiyor) dedi. İmâm-ı Rabbânî, tam bir kızgınlıkla, yalın kılınç zâhir olup, hâllerini inkâr eden, o şah-.sı parça parça eyledi ve evden çıkdı. O azîZ sabâhleyin mubârek huzûrlarına kavuşunca, geceki hâdiseyi arz etmek istedi. Fekat İmâm, (Gece olanı, gündüz anlatma) buyurup, setr-i keramet eyledi.
excursiones en estambul yazdı ve sundu..