excursiones en estambul ve varllık6 sizlere en güzel bilgileri yazan excursiones en estambul dediki aracılığıyla üretimi ve bu düşüncenin tastamam nesnel bağımsızlığının tesb Bilinen nesne, şey olarak benim düşüncemdir. Ve araştırmaya koyulduğunKjjJ rinlemesine arzu ettiğim şey tam da budur; düşüncemi şey olarak veşeyi(](j^ cem olarak kavramak. Onca çeşitli eğilimleri beraberce kuran bağdaştıne,.
nasebet, kendine mal etme, sahip olma münasebetinden başkaca bir şey Bu yüzden bilmek arzusu, ne kadar çıkar gözetmez görünürse görünsün,sai,| lenme münasebetidir. Bilmek, sahip olmanın alabileceği formlardan biridir.Geriye, tümüyle karşılıksızmış gibi gösterilen bir etkinlik türü kalıyor: ve oyuna bağlı “eğilimler”. Sporda sahiplenici bir eğilim belirlemek mûmldi müdür? Elbette öncelikle işaret etmek gerekir ki ciddiyet mhunun [espritdes rieuxl karşısında yer alan oyun, en az sahiplenici tavır gibi görünürkengerçe| gerçekliğini de ortadan kaldırır. İnsan, dünyadan yola çıktığı ve dünyaya b dinden daha fazla gerçeklik atfettiği zaman, en azından, dünyaya aitolduğıj çüde kendine bir gerçeklik tanıdığı zaman, ciddiyet vardır. Materyalizmin cidı olması tesadüf değildir, her zaman ve her yerde devrimcinin öncelikli doktnı olarak ciddiyet ruhunun karşımıza çıkması da tesadüf değildir. Çünkü devtir çiler ciddidirler. Kendilerini öncelikle altında ezildikleri dünyadan hareketle' nırlar ve kendilerini ezen bu dünyayı değiştirmek isterler. Bu konuda, eskil sımları olan sahip olanlarla uzlaşım içindedirler, çünkü onlar da kendife dünya üzerindeki konumlarından hareketle tanıyıp değerlendirirler, Böylece ciddi düşünce dünya tarafından koyulaştırılır, pıhtılaşır; her ciddi düşünce san-gerçekliğinin dünya lehine aradan çekilmesidir. Ciddi insan “dünyaya a ve kendinde hiçbir başvuruya sahip değildir; dünyadan çıkma imkânımbl önüne almaz, çünkü kayanın varoluş tarzını benimseyen, dûnya-içindeki-ğm yoğunluğunu, ataletini, opaklığmı kendi kendisine veren kendisidir' insanın, özgürlüğünün bilincinin derinliklerine gizlenmiş olması doğalda dini aldatmaktadır, ve kendini aldatışı, onu kendi gözünde bir sonuç gibif meyi hedefler: onun için her şey sonuçtur ve asla ilke yoktur; edimlerinin' lan konusunda onca dikkatli olması bu yüzdendir. Marx, nesnenin özne sındaki önceliğini olumladığmda ciddiyetin birinci dogmasını da onay muştur ve insan kendini bir nesne olarak gördüğü zaman ciddidir.
Varlık ve Hiçlikoyun, tıpkı Kierkegaard’daki ironinin yaptığı gibi, öznelliği azat eder. ^,ıçekten de bir oyun, ilk kaynağı insan olan, ilkelerini insanın kendisinin koy-ve konulan ilkelere uyanlardan başkaca sonuçlan olamayan bir etkinlikten lıjşka nedir ki? Bir insan kendini özgür olarak kavradığı ve özgürlüğünü kullan-istediği andan itibaren, esasen içi ne kadar daralmış olursa olsun, etkinliği İllin lûrûndendir; gerçekten de bu faaliyetin ilk ilkesi insandır, doğalanan doga-jjn [naiure naturee] kurtulur, edimlerinin değerini ve kurallarını kendisi belirler yalnızca kendisinin koyup tanımladığı kurallara göre bedel ödemeye razıdır, piınyanm “pek az gerçeklik taşıması”, bir anlamda buradan kaynaklanır. Şu hal-(jjoynayan insan, kendini bizatihi eyleminin içinde özgür olarak keşfetmeye ko-jDİurken, bir dünya varlığını sahiplenme kaygısını hiçbir biçimde taşıyamaz. \maci, bu amacı isler spor faaliyetleriyle, ister taklit ya da gerçek anlamdaki oplarla hedeflesin, belli bir varlık olarak, tam da kendi varlığı içinde soru olan ı^rhk olarak kendi kendisine erişmektir. Bununla birlikte bu açıklamalann sonucu, bize, oyun söz konusu olduğunda jyapmufe arzusunun indirgenemez olduğu-ııugöstermek değildir. Tersine, bize, yapmak arzusunun oyunda belli bir olmak aüusuna indirgendiği öğretilir. Edim, bu arzunun hedefi değildir; bu arzunun ledefini ve bu hedefin derin anlamını temsil eden belirtik amacı da değildir; ama edimin işleh, kişinin bizatihi varlığı olan mutlak özgürlüğü bizatihiliği içinde gös-lermek ve şimdileştirmektir, şimdi mevcut kılmaktır. Temeli ve hedefi özgürlük olan bu özel türden proje özgül bir incelemeyi hak etse gerektir. Gerçekten de bu proje, radikal biçimde farklı bir varlık tipini hedeflemesiyle bütün ötekilerden radikal biçimde farklıdır. Nitekim bu projenin bize insan-gerçekliğinin derin yapı-.nolarak görünen Tanrı-olma projesiyle münasebetlerini de uzun boylu açıklamak gerekir. Ama bu incelemenin yeri burası değidir; böyle bir inceleme bir eti-^alanı içinde yer alır ve saflaştırıcı düşünümün [reflexion purifiante] (betimlemelerimiz, şimdiye kadar yalnızca “işbirlikçi” düşünümü göz önünde bulundurdu) yapısımn ve rolünün önceden tanımlanmasını gerektirir; ayrıca böyle bir inceleme kendi-içine musallat olan değerler karşısında ancak ahlaki olabilen bir ta-alışı varsayar. Bununla birlikte oyun arzusu, temelde yine de varlık arzusudur, olmak arzusudur. Böylece “olmak”, “yapmak” ve “sahip olmak” kategorileri, her i'ede olduğu gibi burada da ikiye indirgenir: “yapmak”, düpedüz geçişlidir. Bir kendi derinliği içinde ancak olmak arzusu ya da sahip olmak arzusu olabilir. Ayandan oyunun her türlü sahiplenme eğiliminden arınması da pek enderdir.
Sporcu açısından motive edici etkisi olabilen bir başarı kazanma, bir rekor arzusunu bir yana bırakıyorum; başkası-için-varlığmı nesnel bir biçimde ^ mal etme arzusuna bağlı olan güzel bir vücuda, uyumlu kaslara “sahip zusundan da söz etmiyorum. Bu arzular her zaman devreye girmedikleri gii,| ten temel arzular da değildirler. Ama bizatihi sportif edimde sahiplenicibirjjjj^ tirici vardır. Gerçekten de spor, bir dünya ortamının eylemi taşıyan öğeye özgjj ce dönüştürülmesidir. Bu olgudan ötürü, tıpkı sanat gibi spor da yaratıcıdır İl bir alan ya da karlar altında bir dağ varsayalım. Onu görmek, esasen onasahp olmaktır. Bu alan, kendi kendisinde, göz tarafından esasen varlığın sembolügi kavranır^ Salt dışsallığı, radikal mekânsallığı temsil eder; farklılaşmamışlığıjjij düzeliği ve beyazlığı tözün mutlak çıplaklığını gösterir; kendindeden başka b şey olmayan kendindedir, fenomenin birdenbire her türlü fenomenin dışında gö-rünen varlığıdır. Aynı zamanda da, katı hareketsizliğiyle kendindenin devamli ğmı ve nesnel direncini, opaklığını ve nüfuz edilmezliğini ifade eder. Karlı alanın bana verdiği bu ilk görüsel haz yine de bana yetmez. Descartesçı uzamın [eten-due] mutlak ve anlaşılabilir plenum’unu andıran bu salt kendinde, ben-olmayanın salt görünümü gibi beni büyüler; o zaman istediğim şey, tam da, bu kendindenin bir yandan kendi olarak kalırken bana nispetle bir kendinden taşma mûnasebeiı içinde olmasıdır. Çocukların yaptıkları kardan adamların, kartoplannın anlaı da esasen budur: hedef “bu karla bir şeyler yapmak”, yani ona bir form dayatmaktır ve bu form maddeye öylesine derinden katılır ki, madde formun görûnıûsiın-de varolur gibi görünür. Ama eğer yaklaşır ve karlı alanla sahiplenici bir temas kurmak istersem her şey değişir; alanın varlık skalası değişime uğrar, büyük mekânlarla varolacağına, karış karış varolur; lekeler, çalı çırpılar, uçurumlar çıhge lirler ve bunlar her bir santimetrekareyi bireyselleştirirler. Aynı zamanda katılıj da eriyip su olur: dizlerime kadar kara gömülürüm, kan ellerimin arasına alaü olursam, parmaklarımın arasında sıvılaşır, akar, geriye hiçbir şey kalmaz: kendi le, hiçliğe dönüşür. Karı sahiplenme düşüm de aynı zamanda eriyip gider. Zatf mkından görmeye geldiğim bu karları ne yapacağımı da bilemem: alanı kendi nal edemem, onu bakışlarıma sunulan, aniden ve iki yönden birden enyen özsel bütünlük olarak da oluşturamam. Kayak yapmak, hızla yer değiştirtnel 'e teknik bir beceri kazanma imkânına sahip olmaktan ibaret değildir, kayms :ımı ya da inişin güçlüklerini keyfimce çoğaltarak oynama imkânına sahip of OBkz. § 3.
Varlık ve Hiçlik
IcJildiv; kaymak, aynı zamanda bana bu karlı alanı sahiplenme imkânını tanı-j,(,r.Ben şimdi ondan bir şeyler yaparım. Bu demektir ki, bizatihi kayakçılık fa-.jiimle. bu karlı alanın maddesini ve anlamım değiştiririm. Alan, bizatihi kay-,eylemim içinde bana inilecek bir eğim olarak görünmesinden ötürü, yitirmiş jıigusürekliliği ve birliği şimdi yeniden kazanır. Şimdi o bağlayıcı dokudur. İki arasında içerilir, hareket noktasını varış noktasıyla birleştirir; iniş sırasında jikanş karış düşünmediğim ve işgal ettiğim konumun ötesinde hep bir varış akıası saptadığım için bireysel ayrıntıların sonsuzluğunda eriyip gitmez, kendi-^hcdef aldığım noktaya doğru onun ötesine geçilir. Bu güzergah yalnızca bir yer jî^ıirme etkinliği değildir, aynı zamanda ve özellikle sentetik bir düzenleme ve ^jlantı etkinliğidir: Kant’a göre, geometrici bir çizgiyi nasıl ki ancak çizerek kav-subilirse, ben de kayak alanını önüm sıra yayarak kavrarım. Beri yanda, bu dü-•jnleme odaksal değil, kenarsaldır; karlı alan kendisi için ve kendisinde birleştikmiş değildir; ortaya konan ve açıkça kavranan hedef, dikkatimin nesnesi olan jfi’.ranş noktasıdır. Karlı mekân alttan doğru ve örtük bir biçimde yoğunlaşır; .'Kierdiği u)nım, örneğin yüzeyini belirtik olarak dikkate almaksızın dairenin presini çizen siyah çizgiye baktığımda, bir çemberin içinde kalan beyaz mekâ-'iiupmudur. Ve tam da onu kenarda, örtük ve ima edilen şey olarak tuttuğum jjadirkibana uyarlanır, avucumun içindedir, onun kendi amacına doğru onun iane geçerim, tıpkı bir duvarı kumaşla kaplayan döşemecinin, amacı kumaşı lek olan çekicini kullanırken bu çekicin ötesine geçmesinde olduğu gibi. idine mal etmeye ilişkin hiçbir edim, bu aletsel mal ediş kadar eksiksiz ola-■ü;kendine mal etmenin, sahiplenmenin sentetik edimi burada teknik kullan-nedimidir. Çekicin salt çivileme işinin yerine getirilmesiyle belirdiği tarzda, kar i,edimimin maddesi olarak belirir. Aynı zamanda da, karlar altındaki bu iniş rfanu yakalamak üzere belli bir bakış açısı seçmiş olurum; bu bakış açısı ben-iaıbynaklanan, keyfimce artırabileceğim ya da azaltabileceğim belirli bir hız-'!f,katedilen güzergahı tanımlanmış bir nesne halinde ve başka bir hızla kayar-®olacagından tümüyle farklı biçimde oluşturur. Hız, bütünleri dilediğince dû-^ılftişuyadabu hızda gitmeme göre, falanca nesne tikel bir gruba katılır ya da 'Alılmaz (örneğin, Provence’ın “yaya olarak” ya da “otomobille”, “trenle”, “bisik-giderken nasıl göründüğünü düşünelim; Böziers’nin Narbonne’dan bir saat-günlük, iki günlük mesafede oluşuna göre, yani Narbonne’un yahtılıp "‘'’Kiyle birlikte kendi için konumlandırılmasına, ya da örneğin Beziers ve Sete
ile uyumlu bir grup oluşturmasına göre, Provence da birçok farklı yûzletiç nür. Sonuncu şıkta, Narbonne’un denizle olan bağlantısı doğrudan öteki şıkta yadsınır, yalnızca salt bir kavramın nesnesi olabilir). Şu halde J kendime özgürce kazandırdığım hızla, karlarla kaplı alanın/ormunudegiş(jrQ,j^,’ şiyim. Ama aynı anda da, kendi maddem üzerinde eylerim. Hız esasen veriliojj bir maddeye belli bir form dayatmakla yetinmez; bir madde yaratır. ağırlığım altında göçen, elime almaya kalktığımda su halinde eriyen kar,bifdjjj bire hızımın etkisi altında katılaşır; beni taşır. Bu, onun hafifliğini, tözselli|jjj i olmayışını, durmaksızın silikleşmesini gözden kaçırmış olmamdan ötürü de^j. dir. Tam tersine: beni taşıyan, yani beni taşımak üzere yoğunlaşıp birleşen tam bu hafifliktir, bu silinmişliktir, bu gizli sıvılıktır. Çünkü üzerinde byarlen.kaıij aramda özel bir sahiplenme münasebeti kurarım. Bu münasebet daha ileride ay. nntılanyla incelenecektir. Ama daha şimdiden, onun anlamını kavrayabiliriz.fe. yarken, yüzeysel kaldığım söylenir. Bu doğru değildir; elbette yalnızca yüzeyi a. yınp geçerim ve bu sıyırıp geçme, başlı başına apayrı bir inceleme konusudur.Ne var ki derinlemesine bir sentezi de gerçekleştiririm; kar tabakasının, beni laşıml; üzere en derin kesimlerine kadar düzenlendiğini hissederim; kaymak, belli bit mesafeden eylemektir, maddenin içine gömülmeye ve onu ehlileştirmek için om yapışmaya ihtiyaç duymaksızın bu madde üzerindeki hakimiyetimi sağlar. Kay mak, kökleşmenin tersidir. Kök esasen onu besleyen toprakta yan yanya özüır lenmiştir, kök toprağın canlı somutlaşmasıdır; toprağı ancak kendini toprak kıl rak, yani, bir anlamda, kullanmak istediği maddeye tabi olmak suretiyle kullan bilir. Bunun tersine, kayma edimi, yüzeyden daha derine dalmaksızın derinlen sine bir maddi birlik gerçekleştirir; itaat edilmek için diretmeye de, sesini yûks meye de ihtiyaç duymayan, korkulan bir efendi gibidir. Gücün hayranlıkvt imgesidir. “Kayıp gidin ölümlüler, bastırmayın” diyen ünlü öğüt buradan' excursiones en estambul naklanır ve bu, “Yüzeysel kalın, derinleştirmeyin” anlamına gelmez, lamier “Derinlemesine sentezler gerçekleştirin, ama bunu kendinizi lekelemedenf demektir. Ve kayma edimi tam da kendine mal etmektir, çünkü hız atacı! gerçekleştirilen destekleyici sentez ancak kayakçı için ve o bizatihi kaydığ içinde geçerlidir. Karın katılığı yalnızca benim için geçerlidir, yalnızca ben rafımdan hissedilir; bu, karın yalnızca bana ifşa ettiği ve esasen artık doğru yan, arkamda kalan bir gizdir. Şu halde kayma edimiyle madde arasındake le bireysel bir ilişki, tarihî bir ilişki
l^^[,laşır ve benim arkamdan yeniden dağılır. Nitekim biricik olanı, geçişim ^ı^^kendim için gerçekleştiririm. Dolayısıyla ideal kayma edimi iz bırakma-jjjjTTiaedimidir: bu da su üzerinde kaymaktır (sandal, sürat motoru, özellik-, 5on gelen olmakla birlikte su sporlarının bu açıdan yöneldikleri sının tem-su kayağı). Kar üzerinde kaymak suda kaymak kadar mükemmel degil-jfkam sıra bir iz kalır, son derece hafif de olsa, başarımı gölgelemiş olurum. ,j,çizen ve esasen tümüyle düzenli bir madde üzerinde gerçekleşen buz pate-daha aşağı niteliktedir ve her şeye rağmen kendini kurtarsa da, bu başka ilenlerden ötürüdür. Arkamıza dönüp de kayaklarımızın kar üstünde bıraktık-f,izlere baktığımızda her zaman içimize dolan düş kırıklığı buradan kaynakla-jfbuizler, biz geçtikten sonra kapamverselerdi ne kadar iyi olurdu! Zaten eğim jjyunca kaymaya koyulduğumuzda iz bırakmama yanılsamasıyla dolar, kardan, .j,den gizliye, olduğu o su gibi davranmasını bekleriz. Böylece kayma edimi sü-jldibir yaratma edimi olarak düşünülebilir gibi görünür; bilinçle benzeştirebile-İ2 ve burada bilinci sembolize eden hız® maddede gizli bir nitelik, bir tür llaşma yaratır ve hız varolduğu sürece varolan bu toplaşma maddenin umur-jmaz dışsallığını yenerek kayan devingenin ardından bir demet gibi dağılır. Ka-aiçının gerçek üzerindeki etkisi öyledir ki, karlı alanı formunu değiştirici birli-[£ sentetik yoğunluğu içinde aletsel bir toplaşma halinde düzenler; örs ve çe-gıbi kullanılan bu alan örtük bir biçimde ifade ettiği ve yerine getirdiği eyle-riramuşak başlılıkla kendini uyarlar; bu eylem karın bizatihi maddesi üzerinde-mlı ve yaratıcı eylemdir, kayma edimi aracılığıyla kar kidesinin katılaşmadı; okşamanın olduğu gibi bıraktığı, ama içinin en derinlerine kadar heyecan-flJırdıgı çıplak kadın bedenini anıştıran yumuşak başlı ve belleksiz suyun kar-deşleşmesidir. Ama kar, aynı zamanda da içine girilmez ve erimdışı kalır; bir ama, kayakçının eylemi yalnızca onun saklıgüçlerini geliştirir. Kann verebile-şeyi verdiren kayakçıdır; homojen ve katı madde, katılığını ve homojenliğini Sîyalmzca sportif edim aracılığıyla verir, ama bu katılık ve bu homojenlik mad-beliren özellikler olarak kalır. Burada sportif eylem tarafından gerçekleştiri-^bveben-olmayanın bu sentezi, tıpkı spekülatif bilgide ve sanat eserinde ol-bi, kayakçının kar üzerindeki hakkının olumlanmasıyla dile gelir. Bu be-alammdır: onu yüz kez katettim, hızım aracılığıyla onda yüz kez bu yo-‘'®bıa ve taşıma gücünü yarattım, bu alan hana aittir.