excursiones en estambul ve varllık48

 excursiones en estambul


excursiones en estambul ve varllık48 sizlere bugn excursiones en estambul elinden gelen gayreti gösterdi ve excursiones en estambul dediki Bununla birlikte, arzu yalnızca kendinin-nedeni-kendindeye nispetle tanımlanmaz. Aynı zamanda da genel olarak arzunun nesnesi diye adlandırılan ham ve »mut bir varolana görecedir. Bu nesne kimi zaman bir parça ekmek, kimi zaman krotomobil, kimi zaman bir kadın, kimi zaman da henüz gerçekleştirilmemiş taayinede tanımlanmış bir nesnedir: tıpkı sanatçının bir sanat eseri yaratmayı îEulamasında olduğu gibi. Böylece arzu, bizatihi doğasıyla insanın dünya için-Jeldbiryada birçok nesnelerle olan münasebetini ifade eder, dünya-içinde-var-iiŞuveçhelerinden biridir. Bu bakış açısından, bu münasebet ilk önce tek bir tür-feı değilmiş gibi görünür. Biz ancak kısaltmalarla “bir şeyin arzusu”ndan söz «fieriz. Aslında bin tane ampirik örnek, falan nesneyi sahiplenmek ya da falan şe-ya da birisi olmak arzusu duyduğumuzu gösterir. Şu tabloyu arzu edi-tam, bunun anlamı ona sahip olmak için onu satın almayı arzulamamdır. bir kitap yazmayı ya da geziye çıkmayı arzuluyorsam, bunun anlamı o kita
bı yapmak, o geziyi yapmak arzusu duymamdır. Eğer süsleniyorsam, bun^,, deni yakışıklı olmak arzusu duymamdır; bilim adamı olmak için kendimi yeiı^' ririm, vb. Böylece, daha ilk hamlede, insanın somut varoluşunun üç büyük^ gorisi kökensel ilişkileri içinde karşımıza çıkıyor: yapmak, sahip olmak, obnah Yine de, yapmak arzusunun indirgenmez olmadığını anlamak kolaydır, ne, onunla belli bir münasebeti sürdürmek için yapılır. Bu yeni münasebet rudan doğruya “ona sahip olmaya” indirgenebilir. Örneğin, bir bastona salıipDi, mak için, bir ağaç dalından o bastonu yontarım (bir daldan bir baston “yapj, rım”). “Yapmak”, sahip olma imkânına indirgenir. Bu en sık rastlanan dunınıdiiı Ama etkinliğimin hemen oracıkta indirgenebilir olarak görünmemesi de mûıı,. kündür. Etkinlik, bilimsel araştırmada, sporda, estetik yaratımda olduğu gj|j karşılıksızmış gibi de görünebilir. Oysaki yapmah, bu farklı durumlarda da ini. genmez değildir. Eğer bir tablo, bir drama, bir melodi yaratıyorsam, bu,soımn bir varoluşun kökeninde olmak içindir. Ve bu varoluş, beni ancak onunla aramda kurduğum yaratım bağının bana onun üzerinde özel bir iyelik hakkı vermes ölçüsünde ilgilendirir. Kafamda tasarladığım falan tablonun varolması söz konusu değildir yalnızca; bunun yanı sıra onun benim tarafımdan varedilmesi gerekir, İdeal olan, bir yönden, elbette bu tabloyu sürdürülen bir tür yaratım aracılt|'la varlıkta tutmam ve böylece, onun, durmadan yenilenen bir ortaya çıkış olarak benimki olması olurdu. Ama bir başka yönden, ben değil de benimki olmak için, radikal bir biçimde benin kendinden ayrılması gerekir; buradaki tehlike, üpkı Descartes’ın tözler teorisinde olduğu gibi, bağımsızlık ve nesnellik eksikli^fle tablonun varlığının benim varlığım içinde gizlenmesidir; nitekim onun aymamanda da kendinde varolması, yani varoluşunu durmadan kendiliğindenyenilemt si gerekir. Bu yüzden eserim bana sürdürülen ama kendinde içinde donmuşlı yaratım olarak görünür; sonsuza kadar benim “mührümü” taşır, yani sonsuza! dar “benim” düşüncemdir. Her sanat eseri bir düşüncedir, bir “fikir”dir; özel leri, bir imlemden başka bir şey olmaması ölçüsünde, açık bir biçimde zilıiıii dirler. Ama öte yandan, sanki ben onu durmadan oluştumyormuşumgibi,.' ki bir zihin -benim zihnim olacak bir zihin- hiç ara vermeden onu tasarlıyon gibi, bir yönden de durmadan edim halinde olan bu imlem, bu düşünce, va tek başına tutunur, ben onu düşünmüyorken bile edim halinde olmayı b maz. Şu halde onunla aramda, onu kavrayan bilincin ve onunla karşılûMn* cin çifte münasebeti vardır. Onun
jj^beti dile getiririm. “Sahip olmak” kategorisinin imlemini kesinleşiirdiği-bu münasebetin anlamını da göreceğiz. Ve ben, bu ikili münasebeti sa-l^nine sentezi içinde sürdürmek için eserimi 3/aratırım. Hedef aldığım ve ese-da benim malım kılacak olan şey, gerçekten de, benimle ben olmayan’ın ^[itezidir (mahremiyet, düşüncenin saydamlığı; opaklık, kendindenin farkımı) Bu anlamda, yalnızca gerçek anlamda sanatsal eserleri böylece kendime jetmiş olmayacağım, ama bir ağaç dalından yonttuğum şu baston da, aynı bi-,de, iki yönden bana ait olacaktır: ilk önce, elimin altında olan ve tıpkı giysi-Idie, kitaplanma sahip olduğum gibi sahip olduğum bir kullanım nesnesi ola-j sonra da benim eserim olarak. Böylece çevrelerini bizzat imal ettikleri kulla-lırnesnelerle doldurmayı yeğleyenler, şeyleri kendilerine mal etme konusunda jjkişiletdir. Tek bir nesne üzerinde ve aynı bir bağdaştırmacıhk [syncretisme] ıjıdc, kullanarak kendine mal etme, sahiplenme ile yaratımla kendine mal et-jfjıbirleştirirler. Sanatsal yaratımdan, “kendin sardığın zaman daha iyi olan” si-jrayakadar, tek bir projenin birliğiyle karşılaşıyoruz. Biraz sonra, özel türde bir jelik Ipropriete] vesilesiyle bu projeyle yeniden karşılaşacağız, iyeliğin yozlaşası gibi olan bu özel tür iyelik lüks diye adlandırılır, çünkü göreceğimiz gibi iîls, sahip olunan nesnenin niteliğini değil, sahiplenmenin niteliğini gösterir. Bjlmeİ! de yine sahiplenmektir — bunu. Dördüncü Kısmın giriş bölümünde ^sermiştik. Ve bu nedenledir ki, bilimsel araştırma bir sahiplenme çabasından iaskabirşey değildir. Keşfedilen hakikat, tıpkı sanat eseri gibi, benim bilgimdir; »düşüncenin, yalnızca düşünceyi oluşturduğumda keşfedilen ve bundan ötü-lide, belli bir tarzda benim tarafımdan varoluşta tutuluyormuş gibi görünen ma’sıdır. Dünyanın belli bir yüzü benim aracılığımla açınlanır, bana açmla-B, Bu anlamda, ben yaratıcıyım ve sahibim. Varlığın keşfettiğim veçhesini salt asaiTur olarak düşündüğüm için değil, tam tersine, ancak benim aracılığımla Mdilenbu veçhe derinlemesine ve gerçekten olduğu için. Gide’in “her zaman (Dkendimizi göstermek zorundayız” dediği anlamda, onu gösterdiğimi söyleye-İnın.Ama düşüncemin doğruluk özelliğinin içinde, yani nesnelliğinin içinde, eserinin bağımsızlığını andıran bir bağımsızlıkla karşılaşırım. Oluşturdu-!®"'e varoluşunu benden alan bu düşünce, herkesin düşüncesi olarak, aynı zamlıda da varoluşunu yalnızca kendisi aracılığıyla sürdürür. İki yönden birden ^dir,çünkü kendini bana keşfettiren dünyadır ve başkalarında keşfedilen ben, li başkasının zihniyle oluşturan bendir ve bana karşı iki yönden
kapalıdır, çünkü benim olmadığım varlıktır (bana açık edildiği ölçüdeU kü herkesin düşüncesidir, ortaya çıktığı andan itibaren anonimliğe angaje
Rpn \rp ]->pn_nlmn\7cın nrnçınrinki hn çpntP7 ı ^
düşüncedir. Ben ve ben-olmayan arasındaki bu sentez, burada da yine ht] terimiyle ifade edilebilir. Ama ayrıca, keşif ve açınlanma fikri içinde bile lenmeci bir zevk alma [jouissance] fikri içerilmiştir. Görme zevk almadır |ı bekaretini bozmaktır. Eğer bilenden bilinene giden münasebeti ifade etmeli genelde başvurulan kıyaslamalar incelenecek olursa, bunlardan çeşit görme aracılığıyla iğfal gibi sunuldukları görülür. Bilinmeyen nesne, yazlıkla kıyaslanabilircesine lekesiz olarak, bakir olarak verilir. Gizini k “teslim” etmemiştir, insan bü gizi henüz ondan “koparıp almış” değildir, Bjj| imgeler, araştırmalann nesnesinin, araçların hedeflediği nesnenin safiyeti % de diretirler; nesne, bilinmiş olmanın bilincinde değildir, banyo yaparkenbirjj. bancının bakışlarına yakalanan bir kadın gibi, onu gözetleyen bakışı farketni£|. sizin kendi işleriyle uğraşmaktadır. Doğanın “iğfal edilmemiş derinlikleri" gln. sinden daha boğuk ve daha kesin imgeler, daha da açık bir biçimde cinsel Bj. leşmeyi anıştırırlar. Doğanın örtüleri çekip alınır, doğa çıniçıplak bırakılır (Bb Schiller’in Saıs’in Örtüsü); her araştırma, tıpkı Aktaion’un banyo yapan Dianajı daha iyi görebilmek için dalları aralaması gibi, doğayı örten engelleri bertarafeı-mek suretiyle açığa çıkartılan bir çıplaklık fikrini her zaman içerir. Veesasenlııl-gi bir avdır. Bacon onu, Pan’m avı diye adlandırır. Bilim adamı beyazbiı lığa baskın yapan ve onu bakışıyla iğfal eden avcıdır. Bu yüzden, bu tünü bize Aktaion kompleksi diye adlandıracağımız bir şeyi gösteriyor. Zatenb av fikrini ipucu olarak aldığımızda, kendine mal etmenin, sahip olmanın kllii de daha ilkel olan bir başka sembolünü keşfederiz: çünkü yemek için avlanılıı Hayvandaki merak, her zaman için cinsiyete ya da beslenmeye ilişkin bir merak' tır. Bilmek, gözleriyle yemektirh Nitekim burada, duyular aracılığıyla bilgilenmekle ilgili olarak, sanat eseri konusunda açığa çıkanın tersi bir sürece b® edebiliriz. Sanat eseri için, zihinde donmuş haldeki ortaya çıkış münasebeıiK dikkat çekiyorduk. Zihin onu sürekli bir şekilde üretir, ama o yine de tekbf ; na ve sanki bu üretim karşısında kayıtsızmış gibi durur. Bu ilişki, bilgilenme eliminde de aynen mevcuttur. Ama kendi tersini dışlamaz; bilmek ediminde, !*• linç, nesnesini kendine doğru çeker ve ona katılır; bilgi özümlemedir; epistemoloji kitapları beslenmeye ilişkin eğretilemelerle doludur (emme^'
bilinenin sonsuza kadar emilmiş, yenmiş ve sonsuza kadar el değmemiş, .jıjnûyle sindirilmiş ve yine de bütünüyle dışarıda, bir çakıltaşı gibi hazmedil-jjOİaraka)nıı yerde kalmış olmasından ötürü donar kalır. Naif imgelemlerde, |;vekuşunun midesindeki çakıltaşı ya da balinanın midesindeki Yunus gibi .jıjîtnedilmez hazmedilmiş” sembolünün taşıdığı öneme işaret edelim. Bu sem-Ijoltahripkar olmayan bir sindirim düşünü gösterir. Talihsizlik şudur ki, — He-jjfinbelirttiği gibi — arzu, nesnesini tahrip eder. (Bu anlamda arzu yemek arzudur, diyordu.) Bu diyalektik zorunluluğa tepki olarak, kendi-için, tümüyle ,[iiııı tarafımdan sindirilmiş olacak bir nesneyi, kendindelik yapısını korurken, jjfiıde erimeksizin ben olacak bir nesneyi düşler, çünkü arzuladığım şey tam da fj nesnedir ve eğer onu yersem, ona artık sahip olamam, artık kendimden başlısıyla karşılaşmam. Sindirim ve sindirilenin korunan bütünlüğünün bu imkân-jj sentezi, en derinlerdeki köklerinde, cinselliğin temel eğilimleriyle buluşur, yensersahiplenme” gerçekten de bize durmadan sahiplenilen ve durmadan ye-ııılalan, sahiplenmenin hiçbir iz bırakmadığı bir bedenin irkiltici ve baştan çılana imgesini sunar. “Kaygan” ve “parlak” niteliklerinin derinlemesine sembolize ettiği şey budur. Kaygan olan şey ele alınabilir, elle yoklanabilir ve yine de, stgibi, içine girilmez olarak kalır, yine de kendine mal edici okşamadan kaçar. Erotik betimlemelerde, kadının bedeninin kaygan beyazlığı üzerinde bunca du-rjlmasımn nedeni budur. Kaygan: tıpkı suyun, onu delip geçen taşın ardından tadini yeniden oluşturması gibi, okşayışın altında kendini yeniden oluşturan, kaynı zamanda âşığın düşü de, daha önce gördüğümüz üzere, sevilen nesneyle gerçekten özdeşleşirken bir yandan da onun bireyliğini muhafaza etmektir; ’oaşkası, başkası olmaktan çıkmaksızın ben olsun. Bilimsel araştırmada karşılaş-Imızşey tam da buradadır: bilinen nesne, tıpkı devekuşunun midesindeki ça-hliaşı gibi, bütünüyle bendedir, sindirilmiştir, benim kendime dönüşmüştür ve tünüyle tendir; ama aynı zamanda da içine girilemez, dönüştürülemez, bütü-®yle kaygandır, sevilen ve beyhüde yere okşanan bedenin kayıtsız çıplaklığı Wdedir. Dışarıda kalır, bilmek, tüketmeksizin dışarıda yemektir. Aktaion Aleksini ve Yunus kompleksini oluşturmak üzere birbiri içinde eriyen ve %ne geçen cinsel ve gıdasal akımları görüyoruz, bilmek arzusunu hayata ge-
çirmek için bir araya gelen hazımsal ve şehevi kökleri görüyoruz,
excursiones en estambul sundu..