excursiones en estambul ve varllık60

excursiones en estambul


excursiones en estambul ve varllık60 evet arkadaslar sizlre  bugün excursiones en estambul yazılarını yazdı ve excursiones en estambul dediki orluğu da eklemek gerekir. Bu çok daha genel bir biçimde anlaşılan bir e üzerinde fazla durmayacağız. O karlı meyili aşağı doğm inmezden önce rmanmam gerekmişti. Ve bu tırmanış, bana karın bir başka yüzünü gös^ irenç. Bu direnci yorgunluğum aracılığıyla hissettim ve zaferimin kaydettiği^ şmeleri an be an ölçebildim. Burada kar, başkası ile bir tutulmakladır ve'■çjjj. ştirmek”, “yenmek”, “hakim olmak”, vb. sıkça kullanılan deyimlerin yeterjj^ Dsterdiği gibi, benimle kar arasında bir tür efendi-köle münasebeti kurulıjjj, )z konusudur. Kendine mal etmenin bu yönünü tırmanmada, yüzmede, koşuda, vb. buluruz. Üstüne bir bayrak dikilen zirve, sahiplenilen bir zirvedir Dylece sportif faaliyetin -ve özellikle de açık hava sporlarının-başat bir yönn priori olarak ehlileştirilemez ve kullanılamaz gibi görünen o muazzam stı, top. •k ve hava kitlelerinin fethidir; her bir durumda söz konusu olan, öğeyi İtendi-1 için sahiplenmek değil, bu öğe aracılığıyla kendini ifade eden kendinde varo--ş türünü sahiplenmektir: karın görünümleri altında sahiplenilmek istenen jey ızün homojenliğidir; toprağın ya da kayalığın görünümleri altında, kendinde-n nüfuz edilmezliğini ve zamandışı sürekliliğini kendimize mal etmek isteriz,
). Sanat, bilim ve oyun, kâh bütünüyle, kâh kısmen sahiplenme etkinlikleridıı : hedeflerinin s:omut nesnesinin ötesinde kendilerine mal etmek istediklenşey e varlığın kendisidir, kendindenin mutlak
Böylece ontolojinin bize öğrettiği şudur; arzu, kökensel olarak varille arzusu-ır, olmak arzusudur ve belirgin özelliği de varlık eksikliği karşısındaki özjılt-ğüdür. Ama ontoloji aynı zamanda arzunun dünyanın ortasında somut bir yalanla münasebet olduğunu ve bu varolanın kendinde türünde kavradı|mıda ze öğretir; kendi-içinin bu arzulanan kendindeyle ilişkisinin, sahiplenmek ol-ığunu öğretir. Demek ki arzunun iki yönlü belirleyiciliği karşısındayız: arzı r yandan kendini ideal bir varoluşa sahip ve kendi-için-kendinde ohnkB rlık olarak belirler; öte yandan da, hemen her durumda^, kendim olumsal' mut bir kendindeyle ilişki olarak belirleyip onu sahiplenmeye ilunur. Birçok üstbelirlenim mi söz konusudur burada? Bu iki oilir mi? Varoluşsal psikanalizin kendi ilkelerinin doğmluğundanemin'’^''^ esi için, ontolojinin bu iki varlığı daha önce somut ve olumsal kendinde?^
Arzunun sadece varlık arzusu, olmak arzusu olduğu kesin durum dışında: mudu
nesnesi oıaraK tanımlamış oıması, Kencü-için-kendinde ya da arzunun
olması ve kendindeyle münasebet türü olarak sahiplen-
l<endi-için-kendindeyle münasebet türü olarak bizatihi varlıkla birleştiren ![i)ibelirtikleştirmesi gerekir. Şimdi denememiz gereken şey de budur.
mal etmek nedir, ya da dilerseniz, genel olarak bir nesneyi sahiplen-ne anlıyoruz? Bize kimi zaman olmayı, kimi zaman da sahip olmayı fark j.ıırenyöP'”'^^ kategorisinin indirgenebilirliğini daha önce gördük; sahip olmak egorisi için de aynı şey söz konusu mudur?
pel;çok durumda, bir nesneye sahip olmanın onu kullanabilmek olduğunu gö-jijnı. Bununla birlikte, bu tanımla yetinemem: bu kafede, bu fincanı ve bu bar-jj|ikullanıyorum; ne var ki, onlar bana ait değildir; duvanmda asılı duran bu ‘kullanmam” mümkün değildir, ama o yine de bana aittir. Ve kimi du-fjınlâida, sahip olduğum şeyi tahrip etme hakkına sahip olmamın da önemi yok-jırjnûlkiyeti böyle bir hakla tanımlamak son derece soyut olur; zaten ekonomi-•gûdûmlü” olan bir toplumda, bir patron, kapatma hakkına sahip olmaksızın [jlınkasmın sahibi olabilir; imparatorluk Roma’sında, efendi kölesine sahipti ama jjuöldûrme hakkına sahip değildi. Zaten tahrip etme hakkı ya da kullanma hak-ne anlama gelir ki? Bu hakkın beni toplumsala götürdüğünü ve mûlki-ıtBn de toplum halindeki yaşamın çerçevesi içinde tanımlanmak istendiğini gö-ram. Ama aynı zamanda hak kavramının tümüyle olumsuz yönde işlediğini, başkalannın bana ait olan şeyi tahrip etmelerine, ya da onu kullanmalarına ;1 olmakla sınırlı olduğunu da görüyorum. Hiç şüphe yok ki mülkiyetin bir şlumsal işlev olarak tanımlanmasına çalışılacaktır. Ama toplumun gerçekten de teâkım ilkeler uyarınca sahip olmak hakkını kazandırması, her şeyden önce, bdıne mal etme münasebetini toplumun yarattığı sonucunu doğurmaz. Top-ii!iı,ençoğu, bu münasebete meşruiyet kazandırabilir. Bunun tersine, mülkiyetin Mal katına yükseltilebilmesi için, öncelikle kendi-için ile somut kendinde ara-®ılakendiliğinden kurulan ilişki olarak varolması gerekir. Ve gelecek için bireyci sahiplenmenin -en azından bazı sınırlar içinde- korunur ve kutsallaştmhr ol-saktan çıkacağı daha adil bir kolektif örgütlenme tarzı düşünebilsek bile, bu, küllüne mal edici bağın artık varolmayacağı anlamına gelmez; gerçekten de, bu azından insandan şeye yönelik özel ilişki vasfıyla pekâlâ yerinde durabilir ki® evlilik bağının henüz meşruiyet kazanmadığı ve niteliklerin aktarımımı ^neye bağlı [matronymique] olduğu ilkel toplumlarda, bu cinsel bağ e’
sahiplenme hakkım birbirinden ayırmak gerekir. Aynı nedenden ötürü p hon’un “Mülkiyet, hırsızlıktır” şeklindeki tanımı gibi her türlü tanımı da önI zorundayım, çünkü böyle bir tanım, sorunun kıyısında kalır. Özel ttiült | gerçekten de hırsızlık ürünü olması ve bu mülkiyetin elde tutulmasının rının soyulması gibi bir sonuç vermesi mümkündür. Ama kökenleri ve eıkilefi olursa olsun, mülkiyet yine de kendi kendisinde betimlenebilir ve tanımlanabj olarak kalır. Hırsız, kendisini çaldığı paranın sahibi gibi görür. Şu halde hırsu,iı yürüttüğü malla olan kesin ilişkisinin de meşru sahibin “namusluca ti\r(\\^ mülkiyetle olan kesin ilişkisi gibi betimlenmesi söz konusudur.
Sahip olduğum nesneyi dikkate aldığımda, sahipIemîmi5İihniteliğimn,beııin le nesne arasındaki dışsallık münasebetini gösteren salt dışsal bir adlandırma rak bu nesneyi belirtmediğini görürüm; tam tersine, bu nitelik onu derinletnes ne bir biçimde tanımlar, bana ve başkalarına onun varlığının parçasıymış gibigj rünür. Öyle ki, ilkel toplumlardaki bazı insanları, sahiplenilmiş olduklannısöyl yerek tanımlamak mümkündür; bunlar kendi içlerinde, ...’e ai£ olan olarakı mmlanmışlardır. Bu, ölülerin kendilerine ait olan nesnelerle birlikte göraüldi leri ilkel cenaze törenlerinin de gösterdiği şeydir. Birlikte gömülmelerini “Onl dan yararlanabilmeleri için” diyerek akılcı bir şekilde açıklamak elbette d sonra çıkagelmiştir. Görünüşe göre bu tür âdetlerin kendiliğinden ortaya çık dönemde insanın kendisini bü konuda sorgulamasına gerek yoklu. Nesnı ölüler için olmanın o özel niteliğini taşıyorlardı. Ölenle bir bütün excursiones en estambul olüştumyo dı, örneğin, ölen kişiyi nasıl ki bir bacağı olmaksızın gömmek söz konusu d se, yaşarken kullandığı nesnelerle birlikte gömmemek de aynı biçimde sö; nusu değildi. Ölü beden de, sağlığında su içtiği çanak da ve kullandığıbıçî aynı ölüdür. Malabarlı dul kadınları yakma âdeti, ilkesi içinde dûşünûldûj gayet iyi anlaşılır: kadın sahiplenilmiştir, dolayısıyla ölü onu da kendi öte beraberinde götürür, kadın hukuken ölmüştür; dul kadının hukuken ölü mundan olgusal bir ölüme geçmesine yardımcı olmaktan başka yapacak 5 mamıştır. Gömülmeye elverişli olmayan eşyalar cinlerin tasallutuna uğran nelerdir. Hayalet, ''sahiplenilmiş-varlık"m* [etre-possede], evin ve eşyab mut maddeselleşmesinden başka bir şey değildir. Bir evin cinlerin tasallut
Burada kullanılan “possede” kelimesi, Fransızcada hem “sahiplenilmiş” anlamınageli “cinlerin, hayaletlerin tasallutuna uğramış”, “cinli, perili, hayaletli” anlamına gelir. -
1 söylemek, bu evin bir ilk işgalci tarafından sahiplenilmişliğine ilişkin ve muilak olguyu ne paranın ne de emeğin silebilecegini söylemektir, nıusallat olan hayaletlerin gözden düşmüş Ocak Tanrıları [dieux lares] '^^|,İ3rı doğrudur. Ama bu Ocak Tanrıları evin duvarları ve eşyaları üzerine te-|.fiekei'yerleşen sahiplenme katmanlarından başkaca nedir ki? Nesnenin sahi-münasebetini gösteren deyimin kendisi bile, kendine mal etmenin derinle-,5111e bit biçimde nüfuz edişine yeterince işaret eder: sahiplenilmiş olmak.
Bu demektir ki sahiplenilen nesne kendi varlığı içinde yakalandın, Zaten gördük; sahiplenenin yok oluşu sahiplenilenin hukuki yok oluşu-ve bunun tersine, sahiplenilenin hayatta kalması da sahiplenenin hukuken çjiia kalmasını gerektirir. Sahiplenme bağı, içsel bir varlık bağıdır. Sahiplerle, sahiplendiği nesnede ve bu nesne aracılığıyla karşılaşırım. Kutsal emanet rîlı|(itûlannın [relique] öneminin açıklaması da elbette buradadır; bununla yal-jıjej dinî emanetlerin mahfazalarını değil, aynı zamanda ve özellikle ünlü bir ki-jjin iyeliklerinin bütününü düşünüyoruz (Victor-Hugo Müzesi, Balzac’a, Flau-'jjj’e“ait olan eşyalar”, vb); bunlarda, bu kişileri yeniden bulmaya çalışırız; sesim bir ölünün anısını “sürdürmüş” olma izlenimini veren “hatıralarını” ararız. Sahiplenilenin sahiplenenle arasındaki bu içsel ve ontolojik bağ (kızgın demir-;dağlamak gibi âdetlerin sıklıkla maddeselleştirmeye çalıştıkları bağ), “realist” bsahiplenme teorisiyle açıklanamaz. Realizmin özne ile nesneyi birbirinden ba-olarak tanımladığı ve öznenin de nesnenin de varoluşu kendi için ve kendi aracılığıyla sahiplendiğini bir doktrin olarak ortaya koyduğu doğruysa, kendi-»d etmeyi de, bir sahiplenme formu olan bilgiyi kavradığımızdan daha fazla bnayamayuz; kendine mal etme de, bilgi de özne ile nesneyi bir süreliğine bir-şıren dışsal münasebetler olarak kalırlar. Ne var ki tözsel varoluşun bilinen nes-3î)tatfedilmek zomnda olduğunu daha önce gördük. Genel olarak mülkiyet için Itapışeygeçerlidir: kendi olarak varolan, kendini devamlılıkla, genel olarak za-^llık-dışında oluşuyla, varlık yeterliliğiyle, kısacası tözsellikle tanımlayan Ş,sahiplenilen nesnedir. Şu halde Unselbststândigkeit’ı, sahiplenen öznenin tara-^'^yerleştinnek gerekir. Bir töz bir başka tözü kendine mal edemez ve eğer şey-^^“aerinde belli bir “sahiplenilmişlik" niteliği fark ediyorsak, bunun nedeni, kö-olarak, kendi-içinin kendi mülkiyetindeki kendindeyle olan içsel münase-i kaynağını kendi-içinin varlık yetersizliğinden devşirmesidir. Bilginin bi-nesneyi etkilememesinde olduğu gibi, kendine mal etme ediminin de sahip-
excursiones en estambul yazdı ve sundu..