excursiones en estambul ve varllık4

 excursiones en estambul


excursiones en estambul ve varllık4 evet arkadaslar bugün yine güzel bilgileri yazan excursiones en estambul dediki varoluşsa! psikanalizin işe başlayacağı seçim, tam da seçim olmasından ötü-'tökensel olumsallığının farkındadır, çünkü seçimin olumsallığı özgürlüğü-tersidir- Ayrıca, varlığın temel vasfı olarak düşünülen varlık eksikliği üzerin-^(emellerıdigi ölçüde seçim olarak meşruiyet kazanır ve onu daha ileriye götü-jmeyeceğimizi biliriz. Şu halde her sonuç, hem tümüyle olumsal olacak, hem jeher sonucun indirgenmezliği meşruiyet taşıyacaktır. Zaten varılan sonuç her ^ınian tdîi! kalacaktır; yani, araştırmanın nihai hedefi ve bütün davranışların te-„,fli olarak, örneğin libido gibi, önce komplekslerin, sonra da dış olgulann ve jtnenin tarihinin etkisiyle ayrıntı davranışlar halinde farklılaştırılan ve somutlaş-[itılan soyut ve genel bir terime değil, tersine, biricik olarak kalan ve kökenden İtibaren mutlak somutlaşma olan bir seçime ulaşacağız. Ayrıntılarda yakalanan jatranışlann bu seçimi dile getirmeleri ya da onu özelleştirmeleri mümkündür, ama onu esasen olduğundan daha fazla somutlaştıramazlar. Çünkü bu seçim her birinsan-gerçekliğinin kendi varlığından başka bir şey değildir ve insan-gerçek-için varolmak ile kendini seçmek arasında fark olmadığından, herhangi bir danamşm olduğunu ya da bu insan-gerçekliğinin kökensel seçimini ifade ettiğini söylemek aynı şeydir. Böylece, varoluşsal psikanalizin, tam da varlık seçimi olaniemel “kompleks”teh kalkıp bu kompleksi açıklayacak libido gibi bir soyutlamaya kadar çıkmak zorunda olmadığını anlıyoruz. Kompleks nihai seçimdir, larlık seçimidir ve kendini olmak seçimi kılar. Gün ışığına çıkartıldığı her seferde, indirgenmezliği de açık ve seçik bir biçimde görünür. Buradan zorunlulukla çıkan sonuç şudur: varoluşsal psikanaliz açısından libido ve güç istenci, ne bü-lûninsanlarda ortak ve genel özelliklerdir, ne de indirgenmezlerdir. En çoğu, so-raşturmanın ardından, bunların bazı öznelerde, tikel bütünlükler olarak temel hseçimi dile getirdikleri ve bu seçimin libidoya da güç istencine de indirgene-Bie)'ecegi saplanır. Nitekim arzunun ve genel olarak cinselliğin, başkaları tarafından yabancılaştırılan varlığını geri almak üzere kendi-içinin giriştiği kökensel bitçabap ifade ettiğini gördük. Güç istenci de, kökensel olarak, başkası-için-«rlığı, başkasını anlamayı ve kurtuluşunu başkası aracılığıyla yapma seçimini varsayar. Bu tavrın temeli, kendi-için-kendinde-varlığın başkası-için-varlığa radikal biçimde tabi olmasını anlatacak bir ilk seçimde olmak zorundadır.
Bu varoluşsal soruşturmanın nihai terimi bir seçim olmak zorunda olduğundan,bu olgu, yöntemini ve belli başlı hatlarını tasarladığımız psikanalizi daha da f>rklılaştmr: bu psikanaliz, bizatihi bu yoldan,
nabilir. Dolayısıyla bu ortama ilişkin hiçbir nesnel betimleme bize yard,^
maz. Başlangıçtan itibaren, durum olarak düşünülen ortam, seçen kend,-^’ gönderir, tıpkı kendi-içinin de dünya üzerindeki varlığı aracılığıyla onanıp dermesi gibi. Her türlü mekanik gerekçeden vazgeçtiğimiz anda, inceledig”" sembolizme ilişkin her türlü genel yorumdan da vazgeçeriz. Hedefimiz atnpj ardışıklık yasaları koymak olmadığından, tümel bir sembolik olan oluşturj^j yız. Ne var ki, psikanalizci ele aldığı özel durum içerisinde, her hamledeye[)j den bir sembolik olan icat etmek zorundadır. Gerçekten de, varlık bir bûtûnlûi, se, değişmez bir imlemi her durumda muhafaza eden, yani imleyen bir bûıyn. den bir başka bütüne geçildiğinde değişmeden kalan basit sembolleştirme nıy. nasebetlerinin (dışkı = altın, iğnedenlik = meme, vb.) varlığı tasavvur edileme Ayrıca, psikanalizci seçimin yaşayan bir seçim olduğunu, dolayısıyla incelenen özne tarafından her zaman için ortadan kaldırılabileceğini hiçbir zaman gözden kaçırmayacaktır. Bir önceki bölümde, ani yön değişiklikleri ve değişmeyen bir geçmiş karşısında yeni bir konum almayı temsil eden anın önemi ûzennde durduk. Buradan itibaren, sembollerin imlem değiştirdiklerini düşünmek ve o ana kadar kullandığımız sembolikliği terk etmeye her zaman için hazır olmak gerekir. Varoluşsal psikanaliz, böylece, tümüyle esnek olmak ve öznede gözleralene-bilen en ufak değişikliklere uyum sağlamak zorundadır: burada bireyselvehaıtâ çoğu kez anlık olanı anlamak söz konusudur. Bir öznede işe yarayan yöntem, bizatihi bu olgudan ötürü, bir başka özne için ya da aynı özne için bir dönemde kullanılamaz.
Ve soruşturma, tam da bir dummu değil de bir seçimi keşfetmey için, nesnesinin bilinçaltının karanlıklarına gömülü bir veri olmadığım, özgûrr bilinçli bir belirleme olduğunu her fırsatta hatırlamak zomndadır —bunca bilinçte yerleşik bir nesne bile değildir, bu bilincin kendisiyle bir ve aynı şeyd İlkelerinden çok yöntemiyle yeğlenesi olan ampirik psikanaliz, çoğu kez varalı sal bir keşfin izini sürer, ne var ki, her zaman yarı yolda durur. Temel seçime biçimde yaklaştığında, öznenin direnişleri birdenbire çöker ve özne anidenb dişine sunulan imgesini, sanki bir aynada kendini görmüşçesine, tanır. Özne istemeden yaptığı bu tanıklık psikanalizci açısından değerlidir: bu tanıklık, define isabet kaydettiğinin işaretidir; artık adlı adınca soruşturmaları bırakıp
bilir. Ama ilkelerinde de, başlangıç postülalarında da, bu tanıklığı an-j5inay^ da kullanmasına imkân veren hiçbir şey yoktur. Bu hakkı nereden kompleks gerçekten de bilinçaltıysa, yani im bir bentle imle-nasıl tanıyabilir ki? Kendi kendini tanıyan, bilin-,i(Otnpleks midir [complexus inconscient]? iyi de, bu kompleks anlayıştan değil midir? Ve eğer imleri anlama yetisini ona bırakmak gerekirse, onu n anda bilinçli bir bilinçaltı yapmak gerekmez mi? Gerçekten de, anlamak, ^(jjgınm bilincine varmaktan başka nedir ki? Ya da tersine, sunulan imgeyi, inç olarak öznenin mi tanıdığını söyleyeceğiz? Ama özne bu imgeyi gerçek et-jyle nasıl kıyaslayacaktır, çünkü bu etki erişimdışıdır ve özne onu daha önce çianımamıştır? En çoğu, içinde bulunduğu durumun psikanalitik açıklaması-nolasıbir varsayım olduğu, olasılığını da, açıkladığı davranışların sayısından jvşirdigi yargısına varabilir. Dolayısıyla bu yorum karşısında bir üçüncü kişi-in bizzat psikanalizcinin konumundadır, ayrıcalıklı konuma sahip değildir. Ve |cıpsikanalitik varsayımın olasılığına inanırsa, bilincinin sınırları içinde kalan )U sıradan inanç, bilinçaltı eğilimlerin önünde duran bentlerin yıkılmasına yol jçabilir. Hiç şüphesiz psikanalizcinin kafasında bilinç ile bilinçaltının ani bir ça-laşmasına ilişkin silik bir imge vardır. Ama kendini bu çakışmayı olumlu bir şehide kavrayacak araçlardan yoksun kılmıştır.
Bununla birlikle öznenin aydınlanması bir olgudur. Burada gerçekten de bes-belliligin eşlik ettiği bir görü vardır. Psikanalizcinin rehberlik ettiği özne, bir varanını onaylamaktan daha fazlasını ve daha iyisini yapar; ne olduğunu görür, olduğu şeye dokunur. Bu, ancak, özne derinlerdeki eğilimlerinin her zaman bilin-aııde olmuşsa, daha da iyisi, bu eğilimler onun bizatihi bilincinden farksızsa gerçek anlamda anlaşılabilir. O durumda, daha yukarıda gördüğümüz gibi, psi-baliıik yomm, öznenin ne olduğunun bilincine varmasını sağlamaz; ne oldu-^nunMigisine varmasını sağlar. Şu halde öznenin nihai görüsünü bulup çıkarmak varoluşsal psikanalize düşmektedir.
Bu kıyaslama, varoluşsal bir psikanalizin, eğer olabilirse, nasıl olması gereklisini daha iyi anlamamıza imkân veriyor. Varoluşsal psikanaliz, her kişinin ken-ıfekişi kıldığı, yani ne olduğunu kendi kendisine duyurduğu öznel seçimi, keklikle nesnel bir form altında gün ışığına çıkartmaya yönelik bir yöntemdir. ^B'ğışeybir varhfela birlikte bir varlık seçimi olduğundan, tekil tutumları, cin-%eya da güç istencine değil de bu tutumlarda dile gelen temel varlık ilişki-
jciuı-rauı oaure
lerine indirgemek zorundadır. Şu halde en baştan itibaren varlığın anlaş,] yönelir ve tek hedefi de varlığı ve varlığın bu varlık karşısındaki varlık tar^^'^' ma tarzını bulmaktır. Bu hedefe erişmeden durmak, ona yasaktır. Varoluşjji'^ kanalizin varlığı anlama şekli, bir insan-gerçekliği olan soruşturmacıyı leyen bir özelliktir; ve varlığı sembolik dile gelişleri içinde ortaya koymam ' tığı için, davranışları kıyaslamak bir biçimde incelerken bunları Çözmeye lik bir sembolikliği de her defasında yeniden icat etmek zorunda kalacala,, y roluşsal psikanalizin başarısının ölçüsü, bir yandan varsayımının açıklanıayjç birleştirmeye imkân verdiği olguların sayısıdır, bir yandan da ulaşılan terimi^j,! dirgenmezliğinin apaçık görüsüdür. Buna, mümkün olabilecek bütün dunıınljf da, öznenin belirleyici tanıklığı eklenecektir. Böylece ulaşılan sonuçlar-yani |,i reyin nihai amaçlan- o zaman bir sınıflandırmanın nesnesi olabilirler ve buso. nuçların kıyaslanmasıyladır ki, kendine ait amaçların ampirik seçimi olaralm. san-gerçekliği üzerinde genel değerlendirmeler yapabiliriz. Bu psikanaliz laralm. dan incelenen davranışlar yalnızca rüyalar, sonuçlanmamış edimler, saplantılaı ve nevrozlar değil, aynı zamanda ve özellikle uyanıkken akıldan geçen düşünce. 1er, sonuçlanmış ve uyumlu edimler, üslup, vb. olacaktır. Bu psikanaliz beniir Freud’unu bulamamışsa da, özellikle başarılı bazı biyografilerde onunönsezıs-ne rastlamak mümkündür. Biz de Flaubert ve Dostoyevski ile ilgili olarak, fc de bu psikanalize ilişkin iki örnek verebilmeyi umuyomz. Ama burada, bu pa-kanalizin henüz varolup olmaması
Ontolojinin davranışlar ve arzu üzerinde elde edebileceği bilgiler varoM psikanaliz için ilke işlevi görmek zorundadır. Bu demektir ki, her türlü özgullfi meden önce, bütün insanlara ortak olan ve soyut arzular yoktur, somut aızuİJ' nn ontolojik incelemenin ilgi alanına giren yapıları vardır, çünkü her arzu, mek ya da uyumak arzusu kadar, bir sanal eseri yaratmak arzusu da, tûnunsai'-gerçekliğini ifade eder. Nitekim bir başka kitapta gösterdiğimiz gibiMnsanafe
kanalizin temellerini atmak üzere kullanırsak görevimizi tamamlamış ola-Gerçekıen de, ontoloji işte bu noktada durmak zorundadır: onun son ke-ılfen psikanalizin ilk ilkeleridir. Oradan itibaren, bir başka yönteme sahip ol-ıjak zorunludur, çünkü nesne farklıdır. Dolayısıyla, arzu insan-gerçekliğinin ^.jrhgıise, ontoloji bize arzu hakkında ne öğretir?
Daha önce de gördüğümüz gibi, arzu, varlık eksikliğidir. Bu haliyle, doğru-doğruya, onda eksik olan varlıkta taşınır. Bu varlık, yine daha önce gördük, j.jndi-için-kendinde olandır, töz haline gelen bilinçtir, kendinin nedeni haline jjlen tözdür, Tanrı-Insandır. Böylece, insan-gerçekliğinin varlığı kökensel ola-i3İ{birtöz değil, yaşanan bir münasebettir: bu münasebetin terimleri, bir yan-jjn,olumsallığı ve olgusallığı içinde donmuş ve başlıca özelliği olması, varolma-jiolan kökensel kendindedir, öte yandan da, olumsal kendindenin ideali gibi jljııveher türlü olumsallık ile her türlü varoluşun ötesinde vasıflanan kendi-içBi-kendindedir, ya da değerdir, insan bu varlıklardan ne biri ne de diğeridir, pinkû var değildir: insan, ne değilse o olan ve ne ise o olmayandır, olumsal ken-lindenin hiçlenişidir ve bu hiçleyişi gerçekleştiren kendi, ileriye, kendinin nedeni olan kendindeye doğru kaçış olduğu ölçüde bu böyledir. İnsan-gerçekliği lann haline gelebilmek için gösterilen salt çabadır, ama bu çabanın hiçbir daya-jajıyoktur, böylece çabalayan bir şey de yoktur. Arzu bu çabayı dile getirir.
excursiones en estambul yazdı ve sundu..