excursiones en estambul ve varllık ile hiclik67

 excursiones en estambul


excursiones en estambul ve varllık ile hiclik67 sizlere en güzel yazıları yazan excursiones en estambul diyorki  ben taşıyormuşum gibi cereyan eder. Hiç şüphesiz, savaşı başkaları jnetdginden beni sıradan suçortağı gibi düşünmek de belki mümkündür.^tnabu suçortaklığı nosyonu ancak hukuki bir anlam taşır; burada geçerli delir; çünkü bu savaşın benim için ve benim tarafımdan var olmaması bana ve ben var olmasına karar verdim. Hiçbir zorlama olmadı, çünkü zor-Ijinanın bir özgürlük üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Hiçbir mazeretim yoktu, çünkü bu kitapta söylediğimiz ve yinelediğimiz gibi, insan-gerçekliğinin özelli-hiçbir mazeretinin olmamasıdır. Şu halde bana bu savaşı üstlenmekten başkaca bir şey kalmamaktadır. Ama ayrıca, bu savaş benimkidir, çünkü sırf benim oldurduğum bir dürüm içinde belirdiğinden ve onu ancak bu durum içinde onun yanında ya da karşısında angaje olarak keşfedebileceğimden ötürü, şimdi jrtık kendimle ilgili seçimimi onunla ilgili seçimimden ayıramam; bu savaşı ya-jamak, kendimi bu savaş aracılığıyla seçmek ve bu savaşı kendi kendimi seçerek seçmektir. Sorumluluklarımın esası başka yerde, evlilikte, ailede, meslek hayatımda yer aldığı gerekçesiyle, bu savaşı “dört yıllık tatil” ya da “erteleme” gibi, •oluruma ara verilmesi” gibi düşünmek söz konusu olamaz. Seçmiş olduğum bu savaşla, kendimi günü gününe seçerim ve kendimi yaparken onu benim savayı kılarım. Eğer bu savaş dört boş yıl olmak zorunda ise, bunun sorumluluğu-ııubentaşınm. Nihayet, bir önceki paragrafta işaret ettiğimiz gibi, her insan, seçiminin hem üstlenip hem de aydınlattığı bir bilgiler ve teknikler dünyasından itibaren kendinin mutlak seçimidir; her insan mutlak bir tarihte varolan ve bir Mşka tarihte kesinlikle düşünülemeyen bir mutlaktır. Dolayısıyla, bu savaş pat-'ivermemiş olsaydı ben ne olurdum diye sormam boşunadır, çünkü kendimi, yavaş yavaş savaşa götüren dönemin mümkün anlamlarından biri olarak seçtim', blihi bu dönemden ayrı değilim, çelişkiye düşülmeksizin bir başka döneme •aşınamazdım. Nitekim ben, savaş öncesi dönemi belirleyen ve sınırlayan ve an-Mırkılan bu savaşım. Bu anlamda, kendi-içinin sorumluluğunu daha açık bir kimde tanımlamak üzere, biraz önce andığımız “masum kurbanlar yoktur” de-deyişi eklemek gerekir; “Herkes layık olduğu savaşı bulur.” Böylece, ''"’ûyle özgür, anlamı olmayı seçtiğim dönemden ayrılmayan, savaştan sanki ilan etmişim gibi derinlemesine sorumlu olan ve savaşı kendi duru
mins. Leş hnmmpt rio hnnne. volonte; “Prölude â Verdun
belirdiğim andan itibaren dünyanın ağırlığını, hiçbir şeyin ve hiç kimseni,, fifleıemeyeceği ölçüde tek başıma taşıyorum.
Bununla birlikte bu sorumluluk çok özel türde bir soramlulukiur. “doğmayı ben istemedim ki” yollu bir cevapla karşılaşabilirim, bu daolgusa| mızı vurgulamanın naif bir şeklidir. Gerçekten de, ben her şeyden sorumlüyu ama bir tek bizatihi sorumluluğumun dışında; çünkü ben varlığımın lemeljj, ğilim. Dolayısıyla her şey sanki sorumlu olmak zomndaymışım gibi certj^ eder. Dünyanın içine bırakılmış durumdayım; ama bu, suyun üzerindeyı^;, tahta parçası gibi düşman bir evrenin içinde terk edilmiş ve edilgin olarak h|,, cağım anlamına gelmez. Bu, tersine, kendimi aniden tek başına ve yardırasızob rak olanca sorumluluğunu taşıdığım bir dünyanın içinde angaje olmuş birhlj, bulmam demektir ve ben, ne yaparsam yapayım, bir an için bile olsa, kendiı bu sorumluluktan kopartamam, çünkü sorumluluklardan kaçma arzumdan sorumluyum. Dünya içinde kendimi edilgin kılmak da, şeylerin ve başkalannt üzerinde etkimeyi reddetmek de, yine kendimi seçmektir ve intihar da dılnfı içinde-varlık kiplerinden biridir. Bununla birlikte, olgusallığımdan ötûrû,)® burada, doğumumun, doğrudan kavranamaz ve hattâ kavranamaz olraasınfe ötürü mutlak bir sorumlulukla karşılaşırım, çünkü doğumum bana asla banıfe olgu olarak görünmez. Doğumum her zaman benim kendi-içinimin projelejm ci bir yeniden oluşumu içinde ortaya çıkar; doğmuş olmaktan utanç duyanmp da buna hayret ederim, ya da bundan kıvançlanırım, ya da, yaşamıma meye kalkışarak yaşadığımı olumlar ve bu yaşamı kötü yaşam Böylece, belli bir anlamda, doğmuş olmayı seçerim. Bu seçimin kendisi de tan sona olgusallık biçimini alır, çünkü seçmemezlik edemem; amabukezılflî olgusallık ancak amaçlarıma doğru onun ötesine geçtiğim ölçüde ortaya çıbol'. tır. Böylece, olgusallık her yerdedir, ama kavranamazdır; ben her zaman yal®--i ca sorumluluğumla karşılaşırım, bu yüzden, “Ben neden doğdum?” diye»3-mam, doğduğum günü lanetleyemem ya da doğmayı istemediğimi bildireıs^ çünkü doğumum karşısındaki, yani dünyaya mevcudiyeti gerçekleştirmede karşısındaki bu farklı tavırlar, aslında, bu doğuşu olanca sorumlulukla û#'* ve onu benimki kılma tarzlarından başka bir şey değildir; burada da yine, id®-
olgusallığını, kendi kendimden bütünüyle sorumlu olmaya mahkumiyeiim-
ibarettir. Ben, varlığı varlığının içinde soru olanım. Ve bu şekilde olmam, ı^evcui, şimdi ve yakalanamaz olmamdır. Ve varlığımın bu “olan”ı mevcut ve yakalanamaz gibidir.
Bu koşullarda, dünyanın her olayı bana ancak fırsat (yararlanılan, kaçırılan, Boşverilen, vb. fırsat) olarak görünebiliyorsa, ya da, daha da iyisi, başımıza gelen şey bir şans gibi düşünülebiliyorsa, yani her olay bize ancak varlığımızın içinde soru olan bu varlığı gerçekleştirme aracı olarak görünebiliyorsa ve başkaları da, aşılmış aşkınlıklar olarak, fırsatlardan ve şanslardan başka bir şey değil-lf5e,kendi-içinin sorumluluğu yaşanan-dünya olarak bütün dünyaya yayılacak-ıır. Kendi-için, içdaralmasıyla kendini tam da böyle kavrar, yani ne kendi varilinin, ne başkasının varlığının, ne de dünyayı oluşturan kendindelerin temeli olan, ama kendisinde ve kendisi dışındaki her yerde varlığın anlamına karar vermek zomnda olan bir varlık gibi. Sorumluluğu savsaklamaya kadar uzanan bir sorumluluk içine fırlatılmış olmak durumunu içi daralarak fark eden kişinin, ar-nk ne vicdan azabı, ne pişmanlığı, ne de mazereti vardır; o artık, kendi kendisini bütünüyle keşfeden ve varlığı bizatihi bu keşifte yatan bir özgürlükten başka bir şey değildir. Ama bu kitabın başında işaret etmiştik, çoğu zaman, kendini aldatma içinde içdaralmasından kaçarız.
Göstermeye çalıştığımız gibi, insan-gerçekliğinin, kendini ızıeaıg du}mrduğu ve tanımladığı doğru ise, bu amaçlara ilişkin bir inceleme ve bir5, mflandırma kaçınılmaz hale gelir. Gerçekten de, bir önceki bölümde, )(en(li.içj ni yalnızca özgür projesi açısından, yani amacına doğru yöneldiği anlım açısm dan, proje açısından ele aldık. Şimdi bu amacın kendisini sorgulamak gere!® Çünkü bu amaç, aşkın ve nesnel sının olarak mutlak öznelliğin parçasıdır. Heı hangi bir insanın arzulanyla tanımlandığını kabul eden ampirik psikolojinin® miş olduğu şey budur. Ama burada kendimizi iki hataya karşı korumak zonıı da)nz; her şeyden önce, ampirik psikoloji insanı arzulanyla tanımlarken,fe y'amisamanın kurbanı olur. Arzuyu, bilincinin “içeriği” olarak insanın içimt ?ey gibi görür ve arzunun anlamının arzuya bağlı olduğuna inanır. Böylecel ışkınlık fikrini anıştırabilecek her şeyden kurtulur. Ama eğer bir evi, bir bari ;u)TJ, bir kadın bedenini arzuluyorsam, bu beden, bu bardaktaki su, bubinal lim arzumda nasıl barınabilirler ve arzum arzulanabilirler olarak bu nesnele ûlincinden başka bir şey nasıl olabilir? Şu halde bu arzulan bilinçte ikaraeteı üçük psişik birimler olarak düşünmekten kaçınmamız gerekiyor; bunlar,bil ke olarak bir şeyin bilinci olduğu ölçüde, projeleştirici ve aşkın kökenselyı . içinde bilincin kendisidirler.
Birincisiyle derin bağlantıları olan öteki hata, ampirik arzuların somulb üne erişildiğinde psikolojik araştırmanın da tamamlanmış oldu^nu bû lektir. Böylece, bir insan ampirik gözlemin ortaya koyabildiği
sıtılan gün ışığına çıkarmaya yönelecek, arzular bütününü, her arzunun di-üzerinde etkide bulunduğu ve onları etkilediği sentetik bir düzenlilik ola-göstermeye çalışacaktır. Örneğin, Flaubert’in “psikolojisi”ni anlamak isteyen jjgleşürmen, onun hakkında şunları yazacaktır: “ilk gençliğinde, devasa tutku-unun ve yenilmez gücünün çifte duygusundan oluşan sürekli bir coşkuyu ola-jnbirdumm gibi yaşamış görünmektedir... Dolayısıyla biçemin gücünde ya jj bir anlatının yoğunluklarında kendilerini tedirgin edip duran çok fazla eyle-ihtiyacını ya da çok fazla hissetme ihtiyacını yanıltacak bir şeyler bulan er-;en gelişmiş mhların on sekizinci yaşlarına doğru başlarına geldiği gibi, genç kaimin kaynaşması edebi bir tutkuya döndü.”*
Bu pasajda, bir ergenin karmaşık kişiliğini birkaç birincil arzuya indirgemek ^ere gösterilen bir çaba vardır, tıpkı, bir kimyacının bileşik cisimleri basit cisimlerin bileşiminden ibaret olmaya indirgediği gibi. Bu birincil veriler, devasa lutku, çok fazla eylemek ihtiyacı ve çok fazla hissetmek ihtiyacı olacaktır; bu öğeler, bileşime girdiklerinde, devamlı bir coşku üretmektedirler. Bu coşku, -Bourget’nin, bizim alıntılamadığımız birkaç sözcükle işaret ettiği gibi- çok sayıda ve iyi seçilmiş kitaplarla beslenerek onu sembolik yönden doyuracak ve yönlendirecek olan anlatılar içinde dile gelerek kendi kendini aldatmaya çalışacaktır. Ve işte böylece, bir edebi “mizaç”ın doğuşu taslaklaştırılmış olmaktadır.
Ne var ki, her şeyden önce böylesi bir psikolojik analiz, bireysel bir olgunun soyut ve evrensel yasaların kesişmesiyle üretildiği postülasından yola çıkar. Açıklanması gereken olgu -burada, genç Flaubert’in edebi eğilimleri- “genel olarak ergende” karşılaşılan biçimiyle tipik ve soyut arzuların bir bileşkesinde çözüm bulur. Somut olan, yalnızca bu arzuların bileşkesidir; ancak arzuların kendileri binakım şemalardan ibarettir. Şu halde soyut, varsayım gereği somuttan öncedir ve somut da soyut niteliklerin düzenlemesinden başka bir şey değildir; bireysel, evrensel şemaların kesişmesinden ibarettir. Ama -böylesi bir postülanın mantıksal saçmalığı bir yana- seçtiğimiz bu örnekte, postülanın tam da söz konusu projenin bireyselliğini oluşturan şeyi açıklayamadığını açıkça görüyoruz. Diyelim ki ‘çok fazla hissetme ihtiyacı” —tümel şema- yazma ihtiyacı haline gelerek kendi-rialdattıve onu yönlendirdi; bu, Flaubert’in “temayül”ünün açıklaması değildik ki: tersine açıklanması gereken şeydir. Şüphe yok ki, bu hissetme ihtiyacını eyleme ihtiyacı halinde biçimlendiren ince ve bizim bilmediğimiz bin türlü rast-'"'aulBourget; Essais de Psychologie contemporaine: G. Flaubert.
lantıya atıfta bulunmak mümkündür. Ama bu, önce açıklamaktan va^g^ tam da ortaya çıkarılamayana teslim olmaktırb Ayrıca, Flaubert’in ^ kovulan bireyseli, onun yaşamının dış koşullarına atmaktır. Nihayet, p| mektupları, “ergenlik bunalımt”ndan çok daha önce, çok küçük yaşlanuN' baren, Flaubert’in yazmak ihtiyacıyla yanıp tutuştuğunu kanttlamaktadif '• Yukarıda alıntılanan betimlemenin her katında bir kopuklukla karşılaj. Tutkusu ve gücüne ilişkin duygusu, Flaubert’de, neden cojkj'a yol açarda gin bir bekleyiş ya da içine kapalı bir sabırsızlık yaratmaz? Bu coşku, nede,; fazla eylemek ve çok fazla hissetmek ihtiyacı halinde özgülleşir? Ya da dah si, bir kendiliğinden türeyişle, paragrafın sonunda aniden ortaya yacın orada işi nedir? Ve bu ihtiyaç, kendini kavgalarda, kaçamaklarda, ceralarında ya da sefahat alemlerinde doyuma ulaştırmaya çalışacağına, neıjj^ özellikle sembolik yönden kendini tatmin etmeyi seçer? Ve zaten ille.desanaud türden de olması gerekmeyen (örneğin, mistisizm de vardır) bu sembolilu, min, neden resimde ya da müzikte değil de yazmakta bulunmuştur? Flaubert t, yerde, “Büyük bir aktör olabilirdim” diye yazar. Neden büyük bir aktör 0^ kalkışmadı? Sözün kısası, hiçbir şey anlayamadık, bir rastlantılar ardışıklığluj. tan aşağı silahlanmış olarak birbirinin içinden çıkan arzular gördük, amabui rm doğuşunu kavramak mümkün olmadı. Geçişler, oluşlar, dönüşümler bizden özenle gizlendiler ve ampirik yönden saptanan ama sonuçta anlaşılmaz olatîl kalan ayrımların (ergende yazmak ihtiyacını önceleyen eylemek ihtiyacı) anıjı-rılmasıyla, bu ardışıklığa bir düzen vermekle yetinildi. Ne var ki, psikolojidi)t adlandınlan şey işte budur. Rastgele bir biyografiyi açın, orada bulacağınızsî) dış olayların anlatıları ve çağımızın kalıtım, eğitim, ortam, fizyolojik oluşumş-bi, açıklayıcı büyük idollerine yapılan atıflarla az çok kesiklik gösteren bu ilden bir betimleme olacaktır. Bununla birlikte daha iyi kitaplarda, öncel ve ari arasında ya da aynı anda olan ve karşılıklı etki münasebeti halindeki iki arzuan-sında kurulan bağlantının yalnızca düzenli ayrımlar türünde tasarlanmadığı i görülür; kimi zaman bu bağlantı, Jaspers’in genel Psikopatoloji incelemesuııiı anlattığı doğrultuda, “anlaşılabilir”dir. Ama bu anlama, genel bağlantılannbırğ? rüsü olarak kalır. Örneğin iffet ve mistisizm arasındaki, zayıflık ve riyakarlık^ sındaki bağ kavranır. Ama bu iffet (falanca ya da filanca kadın karşısındakijij
2) Gerçekten de Flaubert’in ergenliği, onu bilebildiğimiz kadarıyla, bu bağlamda hıçb' lik sunmadığından, ilke olarak eleştirmenin ulaşamayacağı, belirsiz olguların eite® saymak gerekir.
excursiones en estambul sundu..