excursiones en estambul ve madde bilgileri33 sizlere en güzel bilgileri yazan excursiones en estambul dediki büyümeğe ve ta ayyün etmeğe başladı. Daha pek çokbiTi^ geçmedi ki, havânın dahî bir madde olduğunu kimse bilmiyor ve buna inanmak istemiyordu. Pek az zamân sonra esir için de böyle diyeceğiz. Şimdi mâddenin mâzîye nisbetle nasıl manâsı daha ziyâde tevessü etmişse, esir hakkında da daha ziyâde ma'lûmat kesb edilince o zamân da şimdiye nazaran onun ma'nâsı vüs'at kesb etmiş olacaktır. Bu tevessü mâddenin yalmz kendisi için olduğu gibi hâssaları için de câridir. Vaktiyle pek mühim olan hikemî [llll ve kimyevî hâssalarla beraber elektrik ve mıknâtisiyyete â'id bildiklerimiz bugün pek ziyâde tevessü etmiştir, hattâ "hayât" tesmiye ettiğimiz bu hâssaları istediğimiz zamân husûle getiriyoruz. "Kuvve-i hayâtiyye" denilen şey bugün tamâmiyle unutulmuştur. Biliyoruz ki hayâtm hâdiseleri ne kadar muğlak olursa olsun, mâddenin hareketinden başka hiçbir şey değildir. Yalmz bu hareket gâyet ince ve husûsî şekillerde husûle gelir. Bu nazariyye hayâtm en yüksek hâdiselerini, rûhu, vicdânı, hâsılı hepsini îzâha kâfidir.
Eğer mâddenin "rûhî hâlleri" husûle getirdiği inkâr olunursa, hikemî ve kimyevî hâlleri de husûle getirdiğirü inkâr etmeli; elektriğin, ziyânm, harâretin, hepsinin mâddeden ayrı şeyler olduklarım tahayyül eylemelidir. Hâsselerin, vicdâmn, tefekkürün mâdde ihtizâzmdan husûle geldikleri ne kadar zahmetle idrâk olunursa, bir şimşeğin, bir ziyâ ve elektrik hâdisesinin bir sâniyenin bir milyonda biri zarfmda husûk gelen ihtizâzlarmm da bir mâdde ihtizâzı olduğu aynı zahmetk idrâk olunuyor. [112] Telefonun teli insânm sesini bir and< oldukça uzak bir mahalle naki ettiği ve bunım mâddenit ihtizâzmdan ibâret olduğu kabûl edildikten sonra, elimi: üzerme vâki' olan bir sıkletin dimâğıımza intikâlini ne içiı mâddenin ihtizâzı olarak kabûl etmeyelim? Telefon telindeki bı ihtizâzın nasıl mâddî olduğu kat'î ve fennen sâbit ise, asablard ve dimâğda husûle gelen hâdiseler de aym sûretle kat'î v sâbittir.
Şübhe yoktur ki, bu hâdiseler bizzat mâdde değildir, onu: fa'âliyyeti ve bu fa'âliyyetin tarzlarıdır. Bu fikir başka türlı ifâde edilmek istenilirse: Bunlar birtakım vaz'lardır k
milyonlarca atommı ve molekülün bir arada çalışmalarında!
Madde ve Kuvvet / Çevriyazı
kimse bir parça tozdan bir protoplazma kütlesinde tesadüf olunan plastik (musavvere) kuvvetini bulacağım zann etmediği gibi, mu'ayyen bir şekle vâsıl olmarmş bir parça mâddede dahî rûhî ve dimâğî hâllere intizâr etmez, ederse bî-hûde olur. [113]
Artık şimdiki fennin bize bahş ettiği hakikatlere karşı, bu hakikatlere zıd olan birtakım eski fikirleri terk etmelidir. Ve şimdiye kadar birtakım tahsîlsiz kimselere göre mâddenin âtd ve süfli olduğunu unutarak, onu fennin kendisine giydirdiği süslü elbise alhnda görmeli ve bu sûretle eski "ilm-i ilâhiyyât" ve metafizik âlimlerinin hayâllerinden uzaklaşarak asıl hakîkî hüsnün ve kıymetin mâddede bulunduğunu anlamalıdır.
"Memâtdan ve toprakdan birtakım hayât sâhibi mevcûdlarm fışkırdığım görmekle ne kadar bahtiyârım. Bu mevcûdlar bir müddet güneşin ziyâsmdan müstefid olurlar. Fakat ben böyle bir topraktan zekâ ziyâsının fışkırdığım görmekle daha ziyâde bahtiyâr olurum. Bu bahtiyârlığım da yine topraktan husûle gelen bu mevcûdlarm; tabf atin, toprağm, yani kendi kendilerinin mâhiyyetini anlamağa çalışmalarım görünce bir kat daha tezâ'uf eder. Mâddiyyûn mesleğine karşı vâki' olan hücûmlar, dünyâdaki her türlü hücûmlarm en garibi ve en gülüncüdür" (Bolliger). [114]
Materyalistler birçok ta'rîzler karşısmda, birçok ithâmlar alfanda bulunmuşlardır ki, bu ithâmlarm en müdhişi "kabalık"far. Fakat eski Yûnân feylosoflarmdan Anaksagoras'ı düşünerek bu ithâmm ne kadar ehemmiyyetsiz olduğunu anlamak kolaylaşır. Kendi zamanına nazaran bir keşf-i derûnîden başka bir şey olmayan ma'lûmatıyla bu feylesof güneşin bir Allah değil, belki bir ateş küresi, mayi'-i nârı hâline gelmiş bir taş kütlesi olduğunu söylemiş ve bu ifşâsı yüzünden Atina'yı terk etmek mecbûriyyetinde kalmıştı. Kendi mu'âsin bulunan ve rûhiyyûnun piri olan Sokrates, onu aynıyle şimdiki gibi kabalıkla ithâm etmişti. Bu öyle bir itilâm tarzıdır ki, bugün bütün tahsil görmüş kimselere tevcîlı olunabilir. Târihte buna benzer daha binlerce misâl vardır. Mohr, "Bir top güllesinin alfana koşmak, insânlara yeni bir fikir ta'lim etmekten daha tehlikesizdir" derdi. Materyalistlerle spritüalisüer (mâddiyyûn ile rûhiyyûn) arasmda, henüz uzayıp giden münâkaşalar dikkatle ta'kîb [115] edilecek olursa ciddî hiçbir ma'nâyı hâ'iz olmadıkları ve rûhiyyûn mesleğinin esâsım teşkil eden senâiyyet fikrinin ne kadar boş olduğu görülür. Bugüne
Louis Büchner
kadar vaz edilmiş olan bütün felsefe mesleklerinde bu esâsı görmek mümkündür. Bunlarm hepsinde de iki ayrı üss vardır: Mâdde ile kuvvet, cevherle şekil, vücûdla mevcûd, hareketle muharrik, tabî'atle rûh, âlemle Allah, vücûdla rûh, yerle gök, hayâtla memât, zamân ve ebediyyet, mekân ve lâ-yetenâhiyyet her meslekde az çok yekdiğerine zıd olarak mevcûddurlar.
Hâlbuki asrımızın ulûmu gösteriyor ki, sayılan şeyler arasmdaki zıddiyyet hakîkatde mevcûd değildir. Bunlar ancak fikren ve hayâlen birbirinden ayrılabilirler. Mâddesiz kuvvet ve kuvvetsiz mâdde olamayacağı gibi, vücûdsuz rûh ve rûhsuz vücûd; intizamsız kâ'inât, kâ'inâtsız intizâm; semâsız yer, yersiz semâ mevcûd olamaz. Kezâlik ebediyyetin hâricinde zamân olmadığı gibi zamân olmayınca ebedi\yet de olamaz. Bunu mekân hakkında da tatbik edebiliriz. [116]
"Tabfat ne çekirdektir ne kabuktur, belki 'bir hey'et-i mecmû'a, bir vahdet'dir" (Goethe).
İlim ve fende idealizm (fikriyyûn mezhebi), spritüalizm (rûhiyyûn mezhebi), materyalizm (mâddiyyûn mezhebi) yoktur; ancak natüralizm, yani tabfat ve onun kâ'ideleri vardır. Bir âlim, bir mütefennin her zamân her yerde eşyâ)'i tanımaya ve onlardan aldığı hakîkî bilgileri muhakeme etmey'e çakşır. Fakat aslâ ânî {a priori) bir tarîk tutarak kendini ve zekâsını mugâlataya, safsataya sevk etmez. Çünkü eski âlimlerin ıshlâhları arasında "usûl, meslek, tarikat" nâmıyla gözümüze çarpan birtakım yollar vardır ki, onlara bağlanarak hakikate vâsıl olmanm ekseriyyâ imkânı yoktur. Bu usûller bazen bir müteharrînin önüne yüksek duvarlar çekerek onun taharrisini ve fa'âliyyet sâhasmı tahdîd ederler.
"İlimde ne muhabbet vardır ne de nefret... İhnin yegâne gâyesi hakikattir" (Grove). [117]