excursiones en estambul ve islam bilgilerim56

 excursiones en estambul


excursiones en estambul ve islam bilgilerim56 sizlere bugün excursiones en estambul yazılarını yazdı ve excursiones en estambul diyorki Ebû Hanîfe (Ö.150 h): O, ihtiyaç sebebiyle bir ğelir çeşidmi! hâzineye aktarılabileceğini ilk savunan olmuştur. Kamu hukuku alanında esa leri bulunan Mâuerdî ve Ferrâ’ onun, zekât gelirlerinden sayılan öşür led; let geliri olan haraç’ın sarf yerleri arasında bir fark görmediğini ya7aıld! O genel zekât için değil sadece öşür için böyle düşünmektedir. ÜnV>: ham fakıhi Serahsî (Ö.1097 m)’nin tesbitleri bu konuda Hanefîler 'ın genelgen
289Şâfı 'î. el-Umm, II. 61. 76 (Bulak 1321 h)
290Mâverdî. el-Ahkâmu’s-Sultâni^e, 34 35, 122, 180 (Mısır 1298 h)
291bak İbn Kudâme, el-Muğni. VI, 442 (Mısır 1327 h)
292Ahmd b. Hanbel ve Ferrâ' için I 1356 h
293Mâverdî. 202, 207, Ferrâ'. 234. 240
I, 442 (Mısır 1327 h)
1 bak. Ferrâ’, c/-Ahkâmu’s-Su/tâniyye. 23-24, 122, 216-2
ZEKÂTA TABI MALLAR Vc GÜNCEL İLMUHAL MESELELERİ
lerini yansıtır Ui o, eserinde şöyle yazar; Zekât hâzinesinde para kalmadığında Be^tülmalden bu hâzineye aktarma yapılabilir ve bu durumda Zekât hazînesi öteki hazîneye borçlanmaz. Hazînede para kalmadığı zaman, oraya da Zekât hâzinesinden aktarma yapılır; fakat Hazîne Zekât dairesine borçlanmış olur^'**. Daha sonraki beizı kaynaklarda, eğer Zekât gelirleri, Devlet Hâzinesine aktarılıp Devlet gelirleri (: fey’) den yararlanması gereken fakirlere harcanmışsa bunun, Hazîne üzerine bir borç yüklemeyeceği ifade edilmiştir ki İmam Birgiuî bu son görüşü de doğrudan İmam Serahsî’ye mâl eder^^^. Buradan anlaşılan şudur ki; Aktarılan eğer Zekât gelirinden ise ve o bu gelir çeşidine uygun düşmeyecek yerlere harcanacaksa, bu aktarma Devlet hâzinesi üzerine bir borç doğuracaktır.
d. Tarihten bazı görüntüler: Pek çok fakıhin, söz konusu iki ayrı gelir çeşidinin, ihtiyaç halinde, yukarda geçtiği üzere belli şartlara bağlı olarak birbirleri yerine harcanabileceğini söylemelerine karşılık daha Emevîler’in ilk zamanlarında bile halkın bunu meşrû saymadığı görülmektedir; Halîfe Muâuiye^ ve sonra Abdülmelik^^ Beytülmal yeterli olmadığı için halka atâ (maaş) lannı Zekât gelirinden tamamlayıp ödemeğe kalkıştıklarında onlar; Yoksul ve yetimlerin hakkıyla bu maaşların ödenemeyeceği, yönünde bu halkın sert bir tepkisiyle karşılaşmış ve bundan vazgeçmişlerdi. Hatta bu maaşlılar Muâuiye’ye; Yemen bölgesinin zekâtıyla tamamlanan bir maaş almaktansa eksik maaş almayı teklif etmiş ve sonuçta bu yola gidilmişti. Bu da Zekât ile Devlet gelirlerinin daha ilk başlarda birbirinden ayrı tutulduğunu gösteriyor ki elbet bunun kökleri Kur’an ye Hz. Peygamber (s.a)’e kadar gitmektedir.
c. Görüş ve değerlendirmem: Yukarıda sözü edilen 'ata/maaş yoksul ve zengin ayırımı yapılmadan herkese ödenmektedir. Durum böyle olunca bu maaşlar ilke olarak zekâttan ödenemezler. Eğer maaş aslî ihtiyaçlar bakımından yeterli değil ve kişinin başka bir geliri de yoksa bu durumda asgarî yeterlilik esasına göre geri kalan miktar zekâttan karşılanabilir; Çünkü onlar yoksul sınıfına girerler. İşçi ve küçük esnaf için de elbet aynı durum söz konusudur.
294Seralısî, Mebsût, 111, 18
295Birgivi, Risâle fi-Medhi s-Sultân, v. 142Aı; Dede b. Bahşî, v. 5,b; İbn Âbidîn, Reddül’l-Muhtâr, 1,7f
296Ebû Ubeyd, Emuâl, 272, ra. 636
297Şâfi’î, el-Umm. 11. 79 (Bulak 1321 h)
İSLÂM'IN DAYANIŞMA LAYI AŞMm..
B- DEVLETE ÖDENEN VERGİNİN ZEKÂTA SAYILIP SAYILAMAYACAĞI Ve ZEKÂTI AYRI TUTMANIN GEREĞİ
1- Devlete Ödenen Verginin Zekâta Sayılıp Sayılamayacağ,
Râşid Halifeler dönemine bakılınca, müslüman kişilerden -münferit onların eline geçen haraç areızilerinden alınan haraç istisna edilirse- zekâttan ka bir verginin toplanmadığı görülür. Daha sonraki zamanlarda ise devirler boy, meıslahata binaen ve içtihaden devlet ek ve değişik vergiler koya gelmiştir. Bb lece zamanla değişik adlarda birçok vergi türü ortaya çıkmış ve bunlann nisap nispetleri de devletçe tayin edilmiştir.
Hz. Ömer, Yemende görevli Mu'âz (r.a)’in, Medine’ye fazlaca zek göndermesinden endişe etmesi üzerine onu; Kendisini sıradan bir vergi ve\ baş vergisi (cizye^ tahsildarı olarak oraya göndermediği, orada tahsil edileni rin oradaki yoksullara dağıtılması gereken cinsten olduğu, yönünde uyarara devlet harcaması bakımından bu ikisinin farklı konumda olduklarını ona hat latmış olur^^®. İbn Teymiyye; devlete verilen verginin zekat sayılacağı ve zekatt düşüleceğini söylemekle beraber o bunun için; /- zaruret, 2- adalet ilkeleri uygunluk gibi iki şart ortaya koyar. Bunlar varsa ona göre devlete verilen ve zekat sayılabilir. Bu iki şartın bulunup bulunmadığı noktasında kesin bir söylenemeyeceği için ondan başkası, onun bu görüışünü benimsememişiir ( nümüzün pek çok fıkıhçısı da şu aşağıdaki delil ve gerekçelerle verginin zek sayılamayacağını, bir nevi ana görüşü teyid sadedinde tekrar ederler.
-Zekât, bir niyet ve bir ihlasla verilmiş olmalıdır; Çünkü o temel ibadı nev’inden bir ibadettir. Vergi ise vatandaşlık görevi bir mükellefiyettir ve o niyet söz konusu değildir.
-Zekâtın dinde belli nisbetleri vardır. Verginin nisbetleri belli olmayıp letin yetkisi içerisindedir ve sürekli değişkendirler.
-Zekâtın belli ve sınırlı sarf yerleri vardır. Vergi böyle değildir. Hz. gamber (s.a) döneminde zekât daima kendi harcama yerlerine harcanmış ka yerlere harcanmamıştır. İslâm devletinde (İslam hukukuna dayalı dev vergi zekat sayılamayacağına göre, laik bir devlette öncelikle sayılamaz^
298bak. Ebû Ubeyd, 589, ra. 1912
299Bu görüş ve gerekçeler için bak. H. Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, 1,205
2- İlgili İbadetler Açısından Her İki Gelir Çeşidinin Genel Değerlendirilmesi
İbâdetler: Namaz, oruç, hac ve zekât gibi hâlis (temel) ibadetler ve bir de gene/ kavramlımla ibadetler olmak üzere iki ana sınıfa ayrılırlar. Devlete vergi genel anlamıyla ibadet olsa da o, Zekât gibi temel ibadetler içinde yer almaz. Genel anlamındaki ibadetlerde sevap alınabilmesi için onlarda da ihlas ve İlâhî rıza’ya erişme niyetinin bulunması şarttır. İstenmeden/kerhen yapılan ve verilen bir şeyde, bir iş ve bir vatandaşlık görevi yerine getirilmiş olsa da onda sevap olmaz. Elbet aynı şey zekât için de söz konusudur.
Halkın ve genel kavramıyla ümmetin yoksul ve belli ihtiyaçlar içinde olanlarını aslî/temel ihtiyaçlarından kurtaracak asgarî bir seviyeye yükseltmeye yönelik olan zekât Dinde hâlis/temel ibadetler içine alınmıştır. Zekât’ı, devlet vergisinin ötesinde bir özelliği olmayan bir şey olarak görmek onu İlâhî ve ibadet niteliği olmayan sıradan bir vatandaşlık mükellefiyeti konumuna getirir. Kur’an’da bu yönde ilk malî-dinî mükellefiyetlerin sırayla ortaya çıkışına bakılırsa onun nasıl bir ibadet mükellefiyeti olduğu daha iyi anlaşılır^*”. Devlet vergisi ise daha genel ve bu zekât mükellefiyetinin ötesinde bir şeydir. Ayrıca bu tür kamu gelirlerinde -ki genel adı fey'dir- bunlarda; Yoksul, yetim ve yolculara ve hatta muhacirlere de Kur’an'da, zekâtta olduğu gibi, paylar ayrıldığı görülür^®^. Bu, söz konusu dürümdakilerin her iki gelir çeşidiyle de desteklemeye alındıklarını gösterirken bunun yanı sıra bu, devletin de toplumcul (sosyal) devlet olmasına ışık tutar. Biz Peygamber (s.a) döneminde “müellefe-i kulûb”a da aynı şekilde her iki gelir kaynağından ödemler yapıldığını görürüz ki buna ilgili başlıkta ve çeşitli vesilelerle değinmiştik. Gene aynı şekilde bazı fakıhlerin de ortaya koydukları gibi askerler için, yeri geldiğinde her iki kaynak da devreye sokulabilir. Yoksul ve diğer saydığımız sınıflar için Devlet Hazînesinin de devreye sokulmuş olması, Zekât‘ın, o alt seviyeyi toprakta sürünmekten kurta-np ayağa kaldırma^®^ ve yeri geldiğinde daha da rahatlatma gibi o ulvî ibade niteliğini ortadan kaldırmaz. O zarurî ihtiyaç alanlarını, o alt seviyeyi, nimet veren Yüce Rabb adına rahatlatma insanın kulluğudur, vatandaşlığı değildi Kulluk da vatandaşlığın aksine vatan sınırları ve devletin kanunlarıyla sınıı
300Bu konuda geniş bilgi için bak. C. Yeniçeri, İslâmda Devlet Bütçesi, 20-42
301bak. Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7-10; ayrıca bak. Ebû 'Ubeyd, 20 vd., ra. 37 vd.
302Beled, 90/16...excursiones en estambul sundu yarın devam edecegiz.