Sayfalar
excursiones en estambul ve islam bilgilerimiz666
excursiones en estambul ve islam bilgilerimiz666 eevt arkadaslar sizlere en güzel bilgileri verdik ve excursiones en estambul dediki Günümüzde Mısır’dan M. Şeltût da; verginin zekât sayılamayacağı zekât nisabının hesaplanmasında vergi borucunun düşüleceği konularında den farklı düşünmez; Zekâta bir yerde ihtiyaç olsa da olmasa da o, îmanı bir f; olarak yine de ödenir; halk veya bütün bir ümmetin daima yoksulları olur. Ve, ise ülke ile sınırlı olarak oranın ihtiyacına göre konulur veya konulmaz. Bu ik şer'î/hukukî çıkış noktası, gâyeleri, miktarları ve devamlılık açılarından birbiri rinden farklı iki ayrı mükellefiyet ve iki ayrı haktırlar^.Vergiyi zekâta sayma ve onun ile zekât işlevlerinin de yerine getirildi ni ileri sürme, yukarıda belirtildiği gibi, kulluk ile vatandaşlığı karıştırmak ol Yoksullar devlet eliyle güvenceye kavuşturulur veya kavuşturuluyor gerekçes zekâta gerek olmadığını düşünmek ibadet açısından da pek çok şeyi sarsıcı o ve bu, infaka dayalı diğer pek çok ibadet türlerinin de gereksizliği düşüncesi yol açar. Böylece; Fitre ve keffaretlerde yoksullara yapılacak o bilinen ödeme vakıf ve onun süreklilik arzeden o ibadet kimliği ve hatta kurbana kadar uza pek çok ibadet artık gereksiz görülür hale gelir. Oysa bütün bu farklı ibade den kul ayrı ayrı sevap alıp mânevi derecesini de ona göre yükseltme san yakalar. Söz konusu iddia zekât, vakıf gibi ilgili bazı kurumlara \ ereceği;; ötesinde ona kapılan kulların bu manevî menfaatlanna da zarar verir. Ovsa lah, yüce rahman olarak, keffaret cezalarını bile, keffaret olarak omcu har; farsak, yoksula infak şekliyle bir ibadet türünde belirleyerek cezayı bile ku , bir sevap vesilesi yaparken bütün bunları sarsıcı bir yola girmek çok yanlış < Öte yandan zekât ve diğer infak nitelikli ibadetler toplumcul (sosyali dc\ hazîne yüklerini de hafifletecektir. Zekât konusunda bu ortaya atılan göıu yönüyle yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır ki eminim değerli meslektaş bunu yapacaklardır.
* Devlete olan vergi borcunun düşülmesi konusunda bu kitabımızın ilgili başlığına bak 303 Muhammed Şeltût, el-Fetâuö. 125-126 (Kahire 1395/1975)
zekâtın, onların fakirlerine dağıtılacağını’’^ bildirmek suretiyle, hem zenginij^^^ vergi mükellefi olacağını ve hem de fakirin zekât hâsılatından faydalandınh, ğını anlatmış oluyorlar. Biz, burada Peygamber’in, ilgili âyette gösterilen s yerlerinden sadece ilkine temas edip diğerlerini saymaya gerek duymadığınızı rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tevbe sûresi 60. âyette, aslî ihtiyaçlarını temin edemeyip zenginlik sıfatı keızanamayanlar fukarâ ve mesâktn olarak ikiye ayrılmışlardır. Bu iki kavratın hangi ihtiyaç derecelerini gösterdikleri fakıhler arasında tartışmalı olduğu git bunları tek bir sınıf sayanlar ve hatta mesâkm/yo/csu//ar’ı, gayr-i müslirnlen fakirleri olarak görenler de vardır ki şimdi bu görüşler ve sahipleri sırayla e alınacaktır;
Hz. Ömer (r.)’e göre; “fukara” müslümanların, “mesâkîn” ise gayr-i mü limlerin fakirlerine işaret etmektedir. İmam Ebû Yûsuf, onun, dilenmekte ola yaşlı ve kör bir yahudiyi, maaş bağlanması için Be\)tülmâl'e götürdüğund hazîne müdürüne şöyle dediğini kaydeder;
“Bu adama ue benzerlerine bakınız âyette geçen; Sadaka (zekât) lar j fakirler ue miskinler içindir, ifadesinde yer alan fukara’dan maksat rr. manlar arasında fakir olanlar, mesâkîn’den maksat ise, Kitab Ehli’nin fa ridir. Bu adam, Kitab Ehli’nin miskinlerindendir”^.
Kurtubî’de yer alan ifâde de aynen Ebû Yûsuf daki gibidir, şu kad?:, ki o, yahudi yerine sadece bir zımmî (; gayr-i müslim tebaadan biri' der ' seder^. Ebû Yûsuf ve Kurtubî’nin ifâdelerinden açıkça bu ve benzeri ga müslimlere bu yoksulluk maaşının zekât gelirlerinden ödettirildiği anlaşılır. E Ubeyd ve Serahsî ise aynı hâdiseye “sadaka/zekât” kelimesine yer verme temas ettiklerinden, maaşın hangi gelir çeşidinden ödendiğini, onlardan öğı mek mümkün olamamaktadır. Diğer yandan Serahsî, bu haberi şaz (bir ravk gelen ve genel hükme aykırılık teşkil eden) bir haber olarak nitelendirmekler
bak. Ebû 'Ubeyd, 245-246. ra. 567-569; M. HamiduUah, e/-Vesâiku’s-Siyâsiyye, 149. ra 160, ra.72/a; 164, ra. 78/a; 222, ra. 109 Ebû Yûsuf, Harâc, 136 Kurtubî, Vlll, 174
Ebû Ubeyd. 41- 42, 45-46, ra. 107, 119; Serahsî, lll, 19
ZEKÂTIN TÜM AYHINTIU SARİ- YERİ I Rl
Belâzurî’nin anlattığı bir başka hâdise ise Hz. Ömer’in bu görüşte olduğuna kesinlik keızandınr durumdadır ki buradaki anlatım aynen şöyledir;
“Ömer, Şam ı;olculuğu sırasında Câbiye’ye geldiğinde I lıristiyan/ardan cüz-zam hastalığına tutulmuş kimseler gördü ue onlara zekât gelirlerinden maaş bağlanmasını ve yiyecek tahsisi ı^apılmasını emretti"^'.
İkrime^ ve hanefîlerden İmam Züfer'' hâriç hiç bir fakıh/hukukçu Hz. Ömer’in bu görüşüne katılmazlar. Bu büyük çoğunluğa göre; Müslümanlar, gayr-ı müslim fakirlere ancak kendiliklerinden nafile olarak sadaka verebilirler*.
Miskinler’in gayr-i müslimlerin muhtaçları olabileceğine daha fazla ihtimal veren M. Hamidullah ise bu hususta şöyle der; Halîfe Ömer ve fkrime’nin yaptığı böyle bir tefsir, dil yapısı yönünden de bakıldığında kuvvet kazanmaktadır. Gerçekten de Sâmî dillerde, Miskin, Hammurabı kanununun mudevvenâü içerisinde de Moşkîn kavramı, bunlar bir diğer ülkeye yerleşmiş bulunan yabancı mânasına da gelirler^. Mekke ve bazı haberlere göre de Medine döneminde Hz. Peı>gamber; mü’minlerin ancak kendi dindaşlarına sadaka verebileceklerini, söylemişti de bu, Kur’an’da tasvib görmemiştiBu âyetin duyurulması üzerine müslümanlar, müşrik yakınlarına, farz olmayan sadaka kabilinden yardım yapmaya başlamışlardı. Ebû Bekir’in kızı Esma (r.a) da bu duyurudan sonra, daha önce geri çevirdiği müşrik anne veya ninesine, eskiden olduğu gibi yardıma devam etmişti”
Ahmed b. Hanbel kitabında, Resûlüllah (s.aj’tan, zekât verilecek bir müs-lüman bulunmadığında, onun gayr-i müslimlere verilebileceğini, ifâde eden şu mânada bir hadîs kaydeder;
“Resûlüllah buldurdu ki; Kim zekâtını çıkartır da berberVden başka verecek kimse bulamazsa, onu faerberî’ye itersin”.
Belâzurî, 135
Hamidullah, İslâm Pei>garnberi, II, 971, ra. 1633; Yûsuf Kardavî, 11, 202; Ebû Ubeyd’telu ifâde ise İkrime’nin bu görüşte olmadığını gösteriyor, bak. 603, 612, ra. 1945, 1989 Scrahsî, Mebsût, II, 202; Debûsî, Esrâr, v. 227/a
bak. Şâfi’î, Umm, II, 52; Sahnûn, II, 60; İbn Zenceveyh, II, 231; Sahanı, IV, 112-113, ra. 7166-Semerkandî, I, 469; Mâverdî, 119; Kâsânî, II, 49; İbn Hubeyre, v. 91/a M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 971, ra, 1633 Bakara, 2/272
Ebû 'Ubeyd, el-Emuâl, 604-605, ra. 1986 vd (Beyrut 1986); İbn Zenceveyh, 11, 231; Şâfıî Umm, II, 82; F er-Râzî, II, 364- 65; Genişçe bilgi için bak.Yeniçeri, İslamda Devlet Bütçesi, 28
İSLÂM'IN DAYANIŞMA
Bu hadîsi açıklarken İbnu’l-Ceuzî, o zamanlar Berberî/er’in kâfir oldul^ söyler’^. Nitekim ilk dönem fakıhlerinden Mucâhid de fakir bir müslürn^^'^' lunmadığında zekâtın ehl-i kitaptan fakirlere verilebileceği, kanaatındadır'?. ^ rada; gayri müslimlere yoksulluk sıfatıyle zekât verilemese de müellefe zekât verilebileceği de unutulmamalıdır.
Biz Ebû Bekir (r.) devrinde gayr-i muslini Hîre halkının fakirlerine vç lışma gücünü kaybetmiş ihtiyarlarına maaş bağlandığını görüyoruz’'*, bunlara maaşın hangi gelir çeşidinden bağlandığını bilemiyoruz. Şu kadar ki bu maaşların normal olarak genel devlet gelirleri (fey) den ödenmiş ql gerekiyor ki burada da farklı olacağını düşünemeyiz.
II. Ömer (99-101 h)’in de Hz. Ömer’i örnek alarak, gayr-i müslimteb dan düşkün olanlara hazîneden maaş bağlama yoluna gidip bu hususta ilgiij| gerekli talimatı verdiği görülür’^. Biz onun da bu gibilerine hangi fasıldan m bağladığını bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey varsa, ilk dönemlerinde olr sa bile Hz. Ömer devrinden itibaren haraç gelirlerinin bütün halka maaşb lıyacak bir seviyeye ulaştığı ve bu sebeple de gayr-i müslim muhtaçlara, hi( zaman, zekât gelirlerinden maaş bağlama zaruretinin doğmadığıdır.
- Yukarda adları geçenlerin dışında hiç bir fakıh ‘Jahr" ve ‘mlsldn" ka.r; larını din farkına göre izah etmemektedirler. Bu iki tâbir, yalnızca ihtiyacın der, lerini göstermektedir veya ikisi arasında hiçbir fark yoktur ki bu hususta fahih: üçe aynidıklan görülür:
a. Her ikisini tek bir stntf sayanlar: Fahru 'd-dîn er-Râzî'den öğıe ğimize göre, bu görüşün en başta gelen temsilcileri hanefilerden Ebû Y(m İmam Muhammed (Ö.189 h)’tir. Bu ikisinin görüşlerini benimseyen el-Cubl bunun hikmetini açıklarken söyle demiştir; “Allah, ihtiyaç içinde olanlan iki isimle yad etmiştir; Çünki onlar 8 sınıfın aslıdırlar ve onların böyle iki ayni le yade dilmeleri, fakirlerin zekâttan iki hisse alacaklarını gösterir”^^. Kâ mezhebi içinde bu görüşte olanların bulunduğunu yeizıyorsa da o, bir isin söz etmez^^. el-Kardauî, Mâlikîlerden İbnu’l-Kösım'm da aynı görüşü payla
Ahmed. Musned, XJI, 21-22, ra. 7064 (nşr. Ahmed Şâkir, Mısır 1953)
Ebû Ubeyd, 604, ra. 1986
Ebû Yûsuf, 155-156; M. HamiduHah, el-Vesâık, 317, ra. 291; İslâm Peygamberi, 11,971' bak. Ebû Ubeyd, 41- 42, 43-45, ra. 107, 119 Fahruddîn er-Râzı, IV, 473 Kâsânî, II, 43 - 44
ZEKATIN TUM AYRINTILI SARF YERLERİ
nı yazar'®. M. Hamidullah, Ebû Hayyân (Ö.784 h)’dan naklen İmam Şâ/iî’nin de; fakirlerin 2/8 hisse almalarını temin gayesiyle, bu iki kavramın eş manalı olarak geldikleri görüşünde olduğunu yeızıyorsa da'’ biz az sonra göreceğimiz gibi onun bizzat kendi eserinden bu görüşü paylaşmadığını öğreniyoruz.
b. ikisini farklı görenler: Fukara; Gelirleri ihtiyaçlarını karşılamayan yahut nisab miktanndan daha az malı bulunanlardır. Buna karşılık Mesâkm; Hiçbir geliri ve malı olmayanlardır. Bu görüşün sahipleri, yukarda adları geçen Ebû Yûsuf, imam Muhammed ve Züfer hâriç, başta Ebû Hanîfe olmak üzere hanefîlerin diğer fakihleri ile^°, İmam Mâlik ve taraftarlarıdır^'.
Fukara; Hiç bir sanatı, geliri ve malı olmıyanlar, Mesâkm; Gelir ve malları ihtiyaçlarını karşılamıyanlardır. Bu görüşün sahipleri de başta İmam Şâfî’î, Mâverdî ve ŞâfiTnin diğer taraftarları^^ ile Ahmed b. Hanbel, Ferrâ’, el-Hırakî ve diğer hanbelîlerdir^^.excursiones en estambul sundu yarın devam edecegiz.