excursíones en estambul ile madde bilgileri36

excursíones en estambul ile madde bilgileri36

 sizlere bugün en güzel yazılarımızı yazan excursíones en estambul diyorki Allah inşânın kendi Allah'ı inşân hayâlen halk kendisini ta'akkuT^dSSî^ eyledi. Fi'l-hakîka bütün akvâ2 târihleri bir baştan diğer başa kadar tedkik olunursa çıka^neticeler hep bu iddi'âmızı tasdik [595] ederler. Mutlak fikr^ ve bütün dinlerin isbât edemedikleri hâlde mütemâdiyen iddi'^ ettikleri ilhâmlarm hâricinde Allah'a dâ'ir bütün bilgiiej herhangi dinde olursa olsun mutlakâ insânîdir.
 excursíones en estambul

Ve mâdâmki inşân bu kâ'inâtta kendinden daha zekî bir mevcûd göremiyor. İşte bu hâssayı, yani kendi nefsine â'id olan fevka'l-âde zeki olmak hâssasmı hayâli bir mevcûd olan Allah'a tahsis ediyor. Ve bilmiyor ki bu Allah dediği şey gâye-i hayalî şekline girmiş kendi benliğinden başka bir şey değildir, jşte bımım için her kavmin dini fikirlerinde o kavmin birtakım husûsiyyetlerini, emellerini, ümmidlerini ve temâyüUerini, hattâ zekâsınm derece-i inkişâfım bir âyinede görüyor gibi görmek mümkündür. Hattâ biz bir kavmin ferde ne kadar ehemmiyyet verdiğini ve medeniyyetinin derecesini, o kavmin ibâdetinin şeklinden anlayabiliriz. Meselâ Yûnânistân'ın bütün allahları İlâhî bir semâ içerisinde tasavvur edilmiş birtakım gâye-i hayâller ve resimlerdi. Onlar ebediyyen genç ve güzel insârdardı. Gülerler, mücâhede ederler, [596] hileler yaparlar ve bizzat insânlarm işlerine karışüklan zamân memnûn ve bahtiyâr olurlardı. İşte bu Yûnân semâsıdır ki şâ'ir Schiller'e Yûnânistân'ın Allahları nâmmdaki nefis manzûmeyi ilhâm etti. Dîger taraf dan Yâhûdiler, karanlık ve esrârh bir semâ içinde insânlarm mütemâdiyen hatâlarım tashîh edip duran ve herkesi mutlakâ müddet-i hayâtmda mücâzâtlandıran ve bu mücâzâü üçüncü dördüncü batna kadar devâm ettiren bir Allah'a i'tikâd ederler. Hâlbuki Hristiyanlarm AUah'ı nihâyetsiz olan kudret ve kuvvetini oğluyla taksim etmiş ve dünyâdaki iyi insânlara âhirette yine insânî birtakım mevki'1er hazırlamıştır. Katoliklerin semâsmda bulunan Meryem Ana kadınlara mahsûs bir şefkatle ve kendi okşayıcı sadâsıyla mütemâdiyen cânîlerin kabahatlerini afv ettirmek üzere semâvî hâkime karşı şefâ'atte bulımur. Şarklılarm cennetinde genç ve latif gılmanlarla, hurilerle dolu bağçeler vardır ki, orada latif şelâleler dâ'imî serinlik ve ebedî bir inbisât neşr ederler. Grönlandlılarm cenneti ise tamâmiyle emelleriyle mütenâsib bir hâldedir, yani [597] orada balina bahğı yağı, birtakım balıklar, deniz köpekleri mebzûliyyetle Hinrbstân
cennetinde hiç tükenmeyen av kuşları mevcûd olduğu gibi, Yeni Kaledonyalılarm cennetinde dahî gâyet ermiş ye her tadışta inşâna türlü türlü zevkler veren muzlar vardır. (;ermenlerin cennetine gelince, orada oyulmuş düşman (;afalannın içinden içilecek râhler, rahîkler mevcûddur.
Hasılı her fer d kendi Allah'ım kendi temâyülüne göre te'sîs etmiştir.
"Herkes kendine göre bir Allah tasavvur eder, şen ve şâür bir adamın Allah'ı şen ve şâür olduğu gibi dâ'imâ mükedder olanlar da bu tabf atte bir Allah farz ederler" (Meslier).
Feuerbach ibâdetlerin şekillerini tedkîk etmiş, bımda dahî tamâmiyle insânî birçok vasıflar bulmuştur. Bir Yûnânlı, allahlarma et ve şarâb takdim eder, Garbî Sibirya'da bulıman bir Fanavalı kendi sanemini kanla yıkar, burnuna tütün doldurur, bir Hristiyan, bir İslâm, bir Yahûdî, bir Hindli [598] diğer bir tarzda allahlarmı memnûn etmek isterler ve du'â, niyaz ederler. Dâ'imâ insânî olan za'flar, aşklar, emeller ve zevkler her tarafda ibâdeti teşkil eylemişlerdir. Her kavim nezdinde ve her dînde insânlar allahlarm azizlerin mâdûmmda add olunurlar. İşte bu da insânî bir fikir, insânî bir harekettir. Feuerbach bir de şuna dikkat etmiştir ki medenî bir âdâm vahşî bir kavmin tasavvur ettiği AUah'm pek fevkindedir. İşte Allah'la inşân arasmdaki bu mukâyeseler ve bu münâsebetler Protestanlığın mûcidi olan Luther'i bile teshir etmiş ve ona şu sözleri söyletmiştir.
"Eğer Allah semâda tıpkı eski bir kiriş gibi kendi nefsi için hüküm sürüyorsa, kendisine Allah demek bile câ'iz değildir".
Eski Yûnân feylosoflarmdan olup mîlâd-ı îsâ'dan 578 sene evvel yaşamış olan Ksenofanes, aynı bu ifâdelerle kendi refiklerini bu kabil bâtıl i'tikâdlardan tahlîs etmek istiyordu;
"AUah'm insânlardan hiç farkı yok ki... şekilleri bir, [599] lisânları bir, her şeyleri bir... zenciler kendileri gibi siyah ve basık burunlu allahlara perestiş ediyorlar, Yûnânldar mavi gözlüallahlara ibâdet ediyorlar... Eğer arslanlarm ve öküzlerin dahî elleri olsa da resim yapabilmeğe muktedir olsalardı, kendi silahlarım tıpkı kendi şekillerinde resm edeceklerine hiç şübhe yoktu!".
Muhtelif kavimlerin, muhtelif şahıslarm ulûhiyyete â'id âhirlerinde tahfatin ve kendi muhitlerinin dahî te'sîrleri görülebilir. Meselâ birtakım hârikulade ve korkunç şeylerle.
bi'l-hâssa mmtaka-i hârrenin azâblanyla memleketierinde yâhûd Asya'ya mahsûs olan mü? istibdâdlar altmda yaşayan Hindlilerde kendi allahlarmd olan Shiva yılanlarla karışık müdhiş bir canavar şeklinde res^ olunur. Bu Allah'ın derisi kaplan derisine müşâbihdir. Üç ve elinde bir inşân kafası bulunmaktadır. Boynunda inşân kemiklerinden bir gerdanlık dahî vardır. Kendisinden daha az korkunç olmayan zevcesi Duorga yâhûd Kali koyu mavi bir renkde bulunur. Ellerinin içi kanla dolu ve vahşî bir manzara irâ'e eder. [600] Dört kolu vardır ki, bunlardan birisi bir dn kafasmı hâmil bulunur. Dili ağzmdan dışanya fırlamış vücûdunun ve boynımun etrâfmda kendisine takdim edilen insânî kurbânlarm kafaları ve elleri sallanmakta bulunmuştur.
Eğer insânm zevk-i selîmi böylece kendi şeklinde yâhûd az çok tagayyürata uğraımş bir Allah tasavvuru iktidarım hâiz olmasaydı, birtakım ilâhiyyât âlimlerinin iddi'âlân o zaman büsbütün hayâlden ibâret kalacaktı. Eğer feylesoflar tarafmdan Allah, mutlak, zekâ gibi şeylere hasr olunan ta'rîfler bir araya toplaşmış olsaydı, meydâna gelen halita hiçbir ma'nâ ifâde etmeyen bir karışıklıktan ibâret kalacak ve kendisinde hiçbir güzellik, hiçbir esâs bulımmayacaktı. Vâkı'â birtakım feylosoflarm güzel sözleri, şişkin cümleleri oldukça câzib görünür, fakat bu câzibe mevcûd olmayan bir şeyin yerini dolduramaz.
"Eğer Allah'ı bugünkü ta'rîfleri üzere kabûl edersek geçen milyonlarca senelerin ta'liflerine nisbetle ne kazanmış olduğumuzu tasavvur etmeliyiz. Acabâ boş kelimeleri tekıâı etmiş olmaktan başka ne kâr ediyoruz?" (Czolbe). [601]
Birtakım feylosoflar vardu ki Allah'ı ne hâricde ne kâ'inâtın fevkinde kabûl etmeyerek bizzat kendi dâhillerinde tasavvur ederler. Ve bu sûretle Allah fikrine â'id birtakım müşkiUerihall edebildiklerini zann ederler.
Meşhûr tabf at âlimlerinden Fechner yazmış olduğu Zeni-Avesta nâm kitâbda şöyle mütâla'a beyân ediyor;
"Allah mevcûdiyyetin ve fa'âliyyetin hey'et-i mecmû'asıdır Allah'm hâricinde kâ'inât yoktur. Onun karşısmda hiçbir şey bulunamaz. O yalmzdır, birdir, dünyâdaki bütün zekâlar onurı zekâsmm içinde bulunur. Bütün mâddî mevcûdlarm onun vücûdu içinde bulunması gibi. Bizzat hareket eder. Hâricen
Madde ve Kuvvet / Çevriyazı
jıahdûd değildir, her mevcûdıın hem sebebini hem mevcûdiyyetini teşkil eder".
Vâkı'â bu mütâla'a fenâ değil, fakat yakmdan bakılnsa manâsız... Çünkü eğer bütün zekâlar Allah'm zekâsmm içinde ve bütün mevcûdlar Allah'm vücûdumm içerisinde ise arük Allah'tan başka kâ'inât yok demektir. Şu halde kâ'inâtsız Allah nasıl Allah olur, nasıl hâlik add olımur? [602] Hâlbuki kâ'mât kendi çokluğu ve bî-nihâye tahavvüUeri içinde birtakım ferdiyyetler arasmda yuvarlamp durmaktadu.
"Dünyâ o kadar fenâ, o kadar berbâd bir sûrette teşekkül etmiş bulunuyor ki, buna tebdîl-i şekl etmiş bir Allah demekten ise şekli bozulmuş bir şeytân demek daha münâsib olur" (Schopenhauer).
Eğer Allah bizim hepimizde mevcûd ise bizim bütün hatâlarımızla ve noksanlarımızla da müşterek demektir. Meselâ bizim hastalıklarımızdan o da müte'essir oluyor. Bizim bir dişimiz ağrırsa Allah'm da dişi ağrıyor. Aym zamânda bir ağızla kendi kendini inkâr ederken, dîger bir ağızla kendi kendine du'â okuyor ve bir kimse ile berâber iyilik yaparken, dîger bir kimse ile berâber kendi kânûnlarma muhâlefetde bdımuyor. Bazılarıyla ölürken dîger bazı kimselerle diriliyor ve tekrâr ölerek dünyâdaki yapüklarımn cezâsmı görmek üzere âhirete gidiyor, ilâ âhirihi... Bu misâller kâbil olduğu kadar uzatılabilir. Fakat boş sözlerle vaktimizi geçirmek istemiyoruz. Panteizm, yani vahdet-i vücûd denilen meslek ale'l-âde [603] dînlere nazaran husûsî bir mâhiyyeti hâ'iz değildir. Husûsiyle yeni îcâd olunmuş bir meslek de değildir. Ne yapalım ki zamâıumızm ilâhiyyât âlimleri birtakım eski yemeklere yeni baharat ekerek yeniden bize yedirmek istiyorlar.
excursíones en estambul yazdı ve sundu..