excursíones en estambul ile madde bilgileri397

excursíones en estambul ile madde bilgileri397 

evet arkadaslar sizlere en güzel bilgileri yazan excursíones en estambul diyorki İtiraz kabil olmayan birtakım delillerle bundan evvelly bâblanmızm birinde rûh yâhûd zekâ ta'bîr olunan şeyin dâ'imâ mâddî bir cevherle ve bi'l-hâssa dimâğla berâber bulunduğunu göstermiş ve her türlü rûhî tezâhürlerin bir mâddenin tezayüd ve tagayyürüyle münâsebetdâr olduğunu söylemiş idik. Eğer bu cihete â'id daha kat'î bir bilgi elde etmek ve rûh denilen şeyin tabf ate kadar nüfûz ederek birtakım mâddî 
 excursíones en estambul

halitalardan ma'nevî ve zekâ'î fa'âliyyetlerin nasıl husûle geldiğini tedldi eylemek îcâb ederse, yukarıda söylemiş olduğumuz deliller bu fikirlerimizi te'yîde hâdim olmakla berâber mâdde ile rûh birbirlerinden ayrıldıkları zamân ikisinin dahî mahv olacaklarmı isbâta kifâyet eyler. Tahfi bir sûrette inkişâf etmiş bir dimâğm tefekkürden tecerrüd etmiş bulunması [605] nasıl mümkün değilse, dimâğsız yâhûd buna benzer dîger bir uzuvsuz tefekkür ve rûhun vücûdu dahî öylece mümkün değildir. Binâenaleyh umûmî bir dimâğla düşünen ve umûm kâ'inâta şâmil olan bir rûhun vücûdu ihtimâl haricindedir. Rûhsuz bir vücûd, vücûdsuz bir rûh, mâddesiz bir tefekkür asla anlaşılamaz ve idrâk edilemez, hattâ mâddesiz elektriğin, mıknâtîsiyyetin, harâretin, sıkletin bile idrâk edilmesi mümkün değildir. Ancak cisimler ve mâddî cevherler sâyesmdedir ki kâ'inâtta bir fa'âliyyet görülüyor. Ve birtakım hâdiseler husûle gelebiliyor.
Arük bu deliller üzerine efkârımızı binâ edelim; Gösterdik ki rûh, kâ'inâta cibillî denilen fikirlerle berâber geldiği içh kendi kendini tanıtmağa yalmzca muktedir olmadığmdan birtakım uzuvlarla müşterek bir hâlde bulunur. Bu uzuvlar ise cinsiyyetle, adedle ve hâricden alman intibalann tahavvülleriyle mütehavvildirler. Artık şahsî bir ebediyyeün mevcûdiyyetini ve insânm cismen öldükten sonra rûhen yaşamakta devâm edeceğini aslâ kabûl edemeyiz. [606] Mâddî olan cevherin mahvmdan sonra hiçbir şahsiyyet mevcûd olamayacağı gibi böyle bir şahsiyyet ancak mâddî bir hayâtın zuhûruyla ibtidâr edebilir. İnsanm dimâğmda toplanmış olan
berâber bu bilgiler de mahv olurlar. Şu sûretle sonra şahsî bir hayâtm devâm etmesi ihtimâli zâ'il
ilmi şahsî bir ebediyyetin şiddetle aleyhinde jjyor. Esâsen rûha â'id birçok husûsî mevcûdiyyetler dahî jg tjöyledir. Rûh denilen şey bir meczûbun cismine dâhil ? iyi sâ'atte olsunlar gibi validelerin rahmine nüfûz etmez. " İki diınâğu' inkişâfma, adalâtm fa'âliyyetine ve guddelerin vetlenmesine tâbi' bir neticeden ibâret bulımur. İnsan sonra onun zekâ'î ve rûhî hâssaları tekemmül
e^eğe başlar. Yalnız dimâğm tekemmülü dîger uzuvlara ^sbetle daha ağır ve tedricîdir. Hayât ilerledikçe hâssalar ve bi'l-hâssa rûh dahî tekemmül eder ve bu tekemmül bir ârızaya tesadüf etmediği hâlde mevt zamânma kadar devâm edebüir" (CarlVogt). [607]
Fi'l-hakîka hayâtta her gün icrâ etmekte olduğumuz en sathî tarassud ve tecrübeler de gösteriyor ki: Rûhî olan fa'âliyyet kendi mâddî uzuvlarınm harâblaşmasıyla azalıyor, yani insan hastalandıkça rûh dahî za'îfliyor. Şu hâlde inşân ölünce rûh dahî ölecektir.
"Bir zamân gelir ki dimâğ yerinden oynar ve inşân ölmeğe )1iz tutar" [Macbeth, Shakespeare).
Bundan başka hiçbir tecrübe yoktur ki, bize ölmüş bir adam rûhunun yaşamakta devâm edebilmesi ihtimâlini
Ölüm gelir gelmez ferdin rûhu dahî inkıtâ'a uğrar. Bu lıakîkate hiçbir zekî adam i'tirâz edemez. Rûhlar, yani rûh nâmı aJünda görüldüğü iddi'â olunan şeyler, bugün tamâmiyle *^kkuk etti ki, ancak bâtıl i'tikâdlar ashâbı tarafmdan görülüyor.
İşte fikrimizi şu sûretle ve umûmiyyet üzere hulâsa ettikten rûhun ebediyyetine dâ'ir mu'ârızlar tarafmdan [6081 serd delilleri birer birer ve tafsilleriyle berâber tedkîk Bunlara karşı her türlü mücâdele ve münâkaşaları etmek ve dâ'imâ tecrübe ve tarassudlar üzerine istinâd “'^oüsâller îrâd eylemek mesleğimiz muktezâsmdadır.
^ ''velâ eski Tabî'iyyûn felsefesi nâmı altmda teşekkül eden Uı^jJ^®®^®kten bahs edeceğiz ki, bu meslekte kuvvet ve
Binâenaleyh bir kere teşekkül etmiş olan insan rûhunu,^ tamâmiyle mahv olup gitmesi ihtimâlin hâricindedir". Hâlb ^ böyle bir zann akim ve tabf atin kânûnlarma muhâlif olur böyle bir iddi'âyı şübhesiz kabûl edemeyiz. Çünkü ebediyyçj esâsma â'id olan böyle bir nazariyyenin burada esâstan ziyâde fer' üzerine istinâd ettiğini görüyoruz. Vâkı'â mâddenin ve kuvvetin mütemâdi cereyâm esnâsmda hiçbir şeyin mahv olmadığı ma'lûmdur. Fakat bu kâ'ide ancak hey'et-i mecmû'aya tatbik olımabiliyor. [609] Fer'ler ve cüz'ler dâ'imâ hiç bitip tükenmek bilmeyen bir hayât ve mevt tenâvübüne tâbi'dirleı. Her ne kadar mâdde ve kuvvet hakkında tecrübî ve itiraz olunamaz bir sûrette ebediyyet hükmü verilebilirse de mâdde ve kuvvetin imtizâcmdan husûle gelen bir neticeye, yani ruha dahî aym hüküm tatbik edilemez. Mezkûr imtizâcın bozulmasıyla bu netice dahî bozulabilir. Nitekim kınlan bir sâ'at artık vakti gösteremez! Ölmüş bir bülbül tagannîdeu mahrûmdur! Bımun gibi inşân dahî öldükten sonra onu teşkil eden unsûrlar yerü birtakım mevcûdlar husûle getirmek için dağılır giderler.
Bu neticelerin tamâmiyle kabûl olunması için bazı misâller îrâd etmek lâzım gelir ve tecrübe burada bizim lehimize olarak ve birçok iddi'âlara rağmen rûhun ebedî olmadığını gösteriyor Çünkü rûhun, vücûdun teşekkülünden sonra husûle geldiği ma'lûmdur. Binâenaleyh vücûdun mahvmdan sonra da mahv olması îcâb eder. Tahfatin şu meşhûr kânûnunu hiçbir zamân ımutmamalı:
"Her doğan ölmeğe mahkûmdur. Yani sonradan husûle gelen bir şey ebedî olamaz". [610]
Şahsî olan rûhun ebedî olmadığma ve vücûdun mahvmdan sonra omm da mahv olacağma dâ'ir birçok tecrübelei miyâmnda bize en vâzıh bir fikir vereni varsa, o da uykudui Kan deverânımn vücûdım yorgunluğu neticesinde za'f kesb etmesi ve bu sebeble mütemâdiyen dimâğa hücûm edetel^ tefekkür uzvunu fa'âliyyet hâlinde bulunduramaması ve bi'”’ netice dimâğî mâddedeki müvellidü'l-humûzayı çoğaltarak inşâm düşünmeğe sevk edememesi bizdeki rûhî tezâhürled'' dahî azalmasım mûcib olur. Kezâlik kalb dursa, kan deverâ'' etmese ne dimâğ ne de akciğerler olamazla'
jnâsmda dimâğlarmm msfmı ref ettiği hayvânlar gibi, insâmn yücûdu dahî hiç hissiz yaşamağa başlar. İnsan uyanmca, yani (iimâğda yeniden tahammuz (oxidation) ameliyyesi başlaymca ^ da yeniden mevcûdiyyetini gösterir ve uyku esnâsmda nasıl mahv olduysa bu sefer yeniden husûle gelir. İşte rûhun uyku esnâsmda mahv olması neticesidir ki, [6ii] yatakta geçen hayâttan inşân ve vicdân haberdâr değildir. Daha doğrusu uyku, vücûd yaşadığı hâlde rûhun bir nev' ölmesi demektir.
Bu hâl o kadar husûsî ve vâzıh bir neüce arz eder ki, birçok mütefekkirler uyku ile ölümü kardeş add etmişlerdir.
"Ölüm üpkı bir uyku gibidir ve uyku bizim göz kapaklanınızı indirir" (Byron).
"1619 senesinde Descriptio reipublicoe christianopditance nâmmda bir kitâb neşr eden Andrea ismindeki mü'ellif şöyle beyân-ı mütâla'a ediyor: "Ölümü tanımayan bir kimse varsa, o da ancak bu cumhûriyyettir. Bununla berâber o cumhûriyyetin tabileri ölüme pek alışkmdırlar ve bunu bir uykudan ibâret add ederler".
Bu mühim delili, yani uyku delilini redd etmek için bazı mu'ânzlammz rü'yâlan zikr ederler ve derler ki "eğer uyku bir nev' ölüm olsaydı onun içerisinde [612] rü'yâ denilen rûhî fa'âliyyetin bulunmaması lâzım gelirdi. Bu ru yâlar her ne kadar pek za'îf dahî olsalar yine rûha â'id birer fa'âliyyetdirler". Biz buna cevâben böyle bir i'tirâzm ancak bir hatâ üzerine istinâd ettiğini söyleriz. Çünkü rü'yâ gören bir kimse tamâmiyle uykuda add olımamaz. Bu hâl uyku ile uyanıklık arasmda bir hâldir. Daha doğrusu rü'yâ görenler yarı uykuda insanlardır. Kavi ve tamâmiyle sıhhatte olanlar hiçbir zamân bu hâle dûçâr olmazlar, yani rü'yâ görmezler. Ve bugünkü tıb nokta-i nazarmdan bütün rü'yâlar marazî bir hâl add olunuyorlar... Derin uykularda aslâ rü'yâ görülemez. Eğer di'yâlara rûhî birer fa'âliyyet denebilse idi yine bu rü'yâlarda yapılan işlerden dolayı o işi yapanlara bir mes'ûliyyet terettüb ^toıesi lâzım gelirdi. Maury nâmmdaki mü'ellifin tedkîkâtma ''a bizzat kendi nefsinde icrâ ettiği tecrübelere göre rü'yâlar ''^cûdda ve uzviyyetde
Uykunun rûh hakkında bir nev' geçici bazı hâller de bize isbât ederler. Meselâ bazı ceıih*^^^ sadmeler, katalepsi (dâ'ü'l-cümûd) ve yıldırım çarpması ârızalar neticesinde inşâna umûmî bir kendini bilmezlik f' olabilir. Böyle zamânlarda inşân haftalarca, belki aylarca kendisine gelemez. Bu kabîl hastalarm tedâvî olundukları vakjj hastabk zamâmna â'id hiçbir hâtırayı zabt etmemiş oldukları vç aslâ kendilerini bilmedikleri anlaşılır. Şu hâlde bu adamlar bir nev' ölüme mahkûm olmuşlar demektir. Bu ölüm ise ancak rûhun ölümüdür. Eğer böyle kendini gayb eden bir adam tamâmiyle tedâvî olımmadan vefât edecek olursa, vefât o adam için fark edilmeyen bir hâdiseden ibâret kalır. Çünkü o esâsen ölmüş bir adamdır, rûhun mevcûdiyy etini kabûl edenlere ve bu rûhu, mâddesi kendisine mahsûs ve ebedî farz eyleyenlere rûh ile benlik arasmdaki münâsebeti îzâh etmek gâyet müşkilbir mes'ele hükmüne geçer. Bu adamlar bu kabîl fikirlerini îzâh edebilmek için mutlakâ asırlardan [614] beri devam edip gelmekte olan birçok bâül fikirlere mürâca'at mecbûriyj'etinde kalırlar. Onlarm nazarmda rûh küçücük bir hayvandır ki ölen bir vücûddan kaçar ve gezinmek, eğlenmek i^ meçhul memleketlere, meselâ cennete yâhûd cehenneme gider ve bi'l-âhere yine eski ikâmetgâhı olan o vücûdu bulur.
excursíones en estambul yazdı ve sundu..