excursíones en estambul ile madde bilgileri72
evet arkadaslar yine excursíones en estambul en güzel bilgileri yazan excursíones en estambul diyorki Kilisenin fenne karşı en müdhiş i'tir âzlarından birisi de mâddiyyûn mesleğine karşı vâki' olan i'tirâzdır. Hâlbuki bu i'tirâzı edenler ebedî hayâtm hâl-i hâzırdaki vücûdumuzla vâki' olacağı fikrinin dehşetli bir mu'ammâdan ibâret olduğunu inkâr edebilirler mi? Eğer rûhun ebediyyetine kâni' olmak lâzım gelirse hayvânların rûhlan ne olacakhr? İnsan kendisi için rûhun ebediyyetine kâ'il olurken hay vânlar için böyle bir ebediyyete kâ'il olmamak nasıl bir sebebe istinâd eder? Esâsen inşân dahayvândan başka bir şey midir? Gelecek bâblanmızm birinde inşân rûhuyla hayvân rûhu arasmda esâsça bir ihtilâf bulunmadığını isbât edeceğiz. Bu iki rûh arasmdaki ihtilâf ancak derece ihtilâfıdır. İnsanda rûhun menşe'i ve azimet t'oktası daha yüksek vasıflara mâlik bir uzuvdur. Binâenaleyh yukanda da söylediğimiz gibi inşân ve hayvân rûhlan arasmda ^bfat nokta-i nazarından hiçbir ayrılık yoktur. Burmeister ne l^adar haklı söylüyor: [627]
Burada manükla hareket edersek basit ibtidâ'î ve şu'â'î mevcûdlara kadar hepsinin de rûhaV? oldukları sabit olduğundctn onların dahî ebedî bir hayâ^ mazhar olmaları bu hesâbca ihtimâlden ba'îd değildir jştç ebedî bir hayâta kâ'il olanlar nazarmda bu gibi boş ve delice neticeleri kabûl etmek âdetâ zarûrî bir dereceye gelir.
Şurasmı da unutmayalım ki, zekî bir hayvânın rûhu meselâ bir köpek, bir maymûn, bir filin rûhu, budala ve câhil bir inşân rûhuna nisbetle çok yüksektir. Şu hâlde o budala inşânın ebediyyete mazhar olup da bu zekî hayvânm aynı ebediyyete mazhar olamaması bir nev' münâsebetsizlik ve ma'nâsızlj); olmaz mı?
İşte bu gibi câhilce iddi'âlarla bahsi kazanamayan rûhun [628] ebediyyeti tarafdârlan bu fikirlerini kabûl ettirmek için doğru ve yanlış her türlü vesâ'ite mürâca'at ettikleri gibi en nihâyet rûhun ebediyyeti fikrinin inşânda cibillî olduğunu ve binâenaleyh mutlakâ ona inanılması lâzım geldiğini dahî iddi'â etmişlerdir. Fazla olarak derler ki, "Rûhun ebediyyeti mes'elesini kabûl etmeyen ve bunu kendi esâslan araşma vaz' eylemeyen hiçbir dîn yoktur". Biz cibillî fikirler bahsinde, gerek AUah irinin ve gerek dîn fikrinin aslâ cibUlî olamayacağını uzun uzadıya isbât ettiğimizden burada tekrâr etmeyeceğiz. Yalnız şu kadarım söyleyeceğiz ki, böyle fikirlere zâhib olanlar her yerde geri ve câhil kalmış, dimâğmı aslâ işletememiş kimselerden ibârettir. Bununla berâber dînlerin hepsinde de rûhun ebediyyeti fikri bulunduğuna zâhib olmak doğru değildir. Hristiyanlığm menşe'i add olunmakda aslâ tereddüd olunmayan Yâhûdî dîninde rûhun ebediyyetinden bahs olunmaz, bihassa Farisiyenlere has bir mezheb taşıyan Saduseenler nezdinde rûhun ebediyyeti kat'iyyen inkâr olunur. Esâsı yâhûdîlik olan bu mezhebde insânm [629] rûhu vücûduna hizmet etmez. Ancak vücûd vâsıtasiyle yeni yeni tenâsühlere doğru geçer gider. Bu mezhebde ba's-ı ba'del mevt dahî yoktur, herkes kendi tâli'inin hâkimidir. Allah'ı kendi nefsleri için severler, bir cennet yâhûd cehennem mukâbiHnde değil mü'ellif Richter'in beyânma nazaran bugünkü ilâhiyyâ* âlimlerinin birçoğu Tevrât'ta dahî rûhun ebediyyetine dâ'n hiçbir işaret bulunmadığım söylüyorlar. Husûsiyle Bâbil'in esaretinden evvelki Tevrât'ta -ki Ahd-i Atîk nâmıyla yâd olunur- bu
'^ûd değildir. Musa'nın kânûnlan her türlü mükâfât ve jıücâzâü dünyâda ta'yîn etmiştir. Bu kânûnlara nazaran ne jjyretne de âhiretin ceza ve mükâfatı vardır.
Büyük Konfüçyüs'ün pek ibtidâ'î olan dîninde dahî müstakbel hayâta dâ'ir hiçbir bahse tesâdüf olımamadığı gibi, jünyânın hâricinde bulıman bir Allah'a dâ'ir de hiçbir bahis yoktur.
Bu dînde büâ-tefekkür inanılması lâzım gelen ne bir i'tikâd |630l ne de rûhban smıfları mevcûd değildir. Bunları bi'l-âhere zuhûr eden birtakım Çin feylosofları îcâd etmiştir. Konfüçyüs'ün dîninde ecdâda hürmetten başka hayâli hiçbir esâs da yoktur.
Buda mezhebine gelince, eskiler nezdinde pek meşhûr ve münteşir olan bu mezhebde dahî hayâtın ebediyyetine dâ'ir bir kayıt bulunamıyor. Buda mezhebi vaktiyle tekmil arz sâkinlerinin yüzde otuz birini kendisine tâbi' etmişti. Bu mezhebde inşân öldükten sonra rûhu Nirvana denilen ulvî ademe karışır. Bu adem müdhiş bir yokluk ve nisyândır.
Eski Yûnânlılara gelince: Dimâğî fa'âüyyetlerini ve
medeniyyetlerini pek ilerletmiş olan bu kavim nezdinde ölülerin gölgeler memleketine gittiği farz olunurdu.
Mısırlılarda dahî rûhım ebediyyetine dâ'ir bir kayda tesâdüf olunamıyor. Bu mes'ele esâsen Eflâtûn tarafmdan îcâd olunarak evvelâ bütün Yûnânistân'a dağıldı ve dünyâdaki hayâtlarından memnûn olmayan kimseler için yegâne bir teselli olmak mâhiyyetini iktisâb ederek nihâyet bütün dünyâya intişâr etti. [631] Hâlbuki bizim indimizde rûhun ebediyyeti fikri insanları tenbel ve câhil bırakan, bedbaht ve sefil eden bir fikirden başka bir şey değildir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi birçok seyyahlar vahşî kabilelerde dahî rûhun ebediyyeti fikrine tesâdüf olunamadığıra söylüyorlar. Bundan da anlaşılıyor ki, bu fikir Eflâtûn tarafmdan ihdâs olunduktan sonra ancak medenî ^emde intişâr etmiş ve henüz vahşîlerin araşma nüfûz edememiştir.
Tahsil görmüş ve tenevvür etmiş insanlar arasmda da “İthun ebediyyeti fikri aslâ rağbet bulamamaktadır. Vâkı'â bu kabil münevverler kendi mu'ârızları gibi propaganda yapmakta '^evârn etmeseler bile yine rûhım ebediyyetine kâ'il “İDiadıklarıra isbât edecek vesikalardan da mahirûm değiliz.
Voltaire öleceği zamân rûhunun da mahv asrımızın büyük âlimlerinden David FrĞderic Strauss fikirde bulunmuştur. Meşhûr Mu-abeau ölüm yatağında "Be*^ ademe gidiyorum" diye bağu-ıyordu. Meşhûr ihtilâlci Dantoıîî i'dâm olunacağı zamân Allah'a du'â etmesini söylemişlerdi [632] Büyük Dan ton: "Ben Allah'a değil, ademe gidiyorum" dedi. Kezâlik Almanya'mn büyük dehâlarmdan birisi olan Frâd6ric-le-Grand dahî rûhun ebediyyetine inanmadığım alenen söylüyordu.
Birtakım ilâhiyyât âlimlerinin sa'y ve gayretlerine rağmen münevverlerin fenne istinâd eden bu fikirleri günden güne rağbet bulmakta ve kuvvetlenmektedir. Feuerbach diyor ki "Hangi gözü açık vardır ki, rûhun ebediyyeti fikrinin ictimâ'î hayâttan büsbütün reddedildiğini görmemiş olsun. Bu fikir birçok şahıslarm ancak hayâllerinde kalmış âdi bir fantezi kadar bile hayât âleminde te'sîr icrâ edememektedir".
Bununla berâber dînlerin bu kadar tesellisine rağmen insânlardaki ölüm korkusunu ne ile îzâh edebileceğiz? Rûhun ebediyyetine inananlar nezdinde ölmek demek, ebedî bir sa'âdete mazhar olmak için muvakkat bir âlemi terk etmek demek olduğu hâlde bu kadar ızhrâb ve korku nereden çıbyor? Çünkü bu adamlar kalblerinden hpkı şâ'ir Platen gibi şu sözleri söylüyorlar: [633] "Niçin kemanınm nağmeleri ile bizi mesrûı ediyor. Niçin bize bu kadar latîf hisler ve zevkler veriyor. Arkamızda müdhiş bir ölüm varken ve hayâtımız ancak iki sâniyelik bir imtidâda mâlik iken bımun ne lüzûmu var?"
Bu bahsi bitirmezden evvel, altmcı asırda yaşamış olan meşhûr İtalyan feylesofu Petrus Pomponatius'un şu latif ve ma'nâlı sözlerini de dere edelim:
"Ruhun ebediyyetine inanmak için bu mâddenin (!) cisimden ayrı olarak yaşayabildiğini isbât edelim. Hâsseler, idrâkler olmayınca biz düşünmek iktidârmdan âciziz. Binâenaleyh düşünebilmek için vücûda ihtiyâç var. Vâkiâ tefekkür ebedî ve gayr-i maddîdir deniliyor. Lâkin hislere ve idrâklere mâlik olmayan bir rûhun tefekkür edemeyeceği meydândadır. Bizim rûhumuz şu hâlde ebedî olmaktan çok uzaktır. Çünkü biz geçmiş zamânlarm hâtıralanm bile kendimizde muhâfaza edemiyoruz. Demek ki her zamân değişen ve vücûdla kâ'im olan bir rûha mâlikiz!"