excursíones en estambul ile madde bilgileri44

excursíones en estambul ile madde bilgileri44

 sizlere bugün yazan ggggggggg çok çalıstı ve excursíones en estambul diyorki Eğer biz bu fikirleri taşıyan bazı garîziyyât âlimlerinin bulunduğunu söylersek gâyet tuhaf ve garîb olur değil mi? Bu kabîl âlimlerden bazıları bir kısım hayvânlarm kışın uyuştuklarına ve sonra yeniden canlandıklarma bakarak rûhun dahî bir müddet sonra tekrâr vücûda girebileceğini zann eylenüşlerdir. Bu kabîl mütâla'alara i'tirâz etmek ve böyle basit mes'eleleri bilmeyen kimselerin sözlerini cerhe çalışmak pekbî-hûde bir iştigâlden başka bir şey değildir.
 excursíones en estambul

Bu kimseler şahsî bir rûh farz eden ve bu rûhu husûsî biı cevherden ibâret add eden bazı feylosoflara nisbetle daha âdi ve bayağı bir mevki'de bulımurlar. Rûhu [615] vezni kâbd olmayan bir mâdde farz etmek her nazar noktasmdan bir hayâl ve hurâfedir. Şahsiyyetin bekâsma kâ'il olanlar dahî bu fikirlerden daha ileri geçmiş kimseler değildir. vücûddan ve mâddiyyetten âri bir rûh farzı hâl-i hâz>^ ferileriyle tamâmiyle zıd olduğu gibi, umûmî bir rûh tahayyiil'' dahî aym derecede ve hiçbir esâsa istinâd edemeyen bb nazariyyedir.
bazıları rûhun mâddesi gibi fikirleri, rûhun bekâsma j'jd nazariyyelere bir esâs ittihâz etmek istediler. Profesör gudolf VVagner, ilk defa olarak rûhun ebedî ve şahsî olan ^âddesinden bahs ederek vücûdun mahvından sonra bu rûhun 2İyâ hâline geleceğini ve bi'l-âhere tekrâr arza avdet etmek üzere semâlara çıkacağım söylemişti. Hâl-i hâzır tenleriyle taban tabana zıd olan böyle bir nazariyyeyi Cari Vogt bir nev' masaladdeylemekle pek doğru bir iş yapmış oldu...
Ruhun ebedî olmadığı yalmz tabfiyyûn felsefesi nazar noktasmdan değil, ahlâk nazar noktasından da büyük bir [616] muzafferiyyetle redd edilebilir. Ebedî adem fikri umûmî hislere o kadar muhâlifdir ki, insâmn tefekkürünü isyân ettirir ve birden kendi boşluğuyla meydâna çıkar. Hâlbuki ekseriyyâ muhâkemenin ve akim yerini tutamayan hislerimizin te'sîrine tâbi' olmayarak zekâmızla düşünecek olur da hiç ölümsüz bir hayât tasavvur etmeğe çalışırsak, bu tasavvur bize şübhe yoktur ki ebedî bir ademden daha müdhiş ve korkunç gelir... Böyle bir tasavvur o kadar hayâli ve garîbdir ki, bımun üzerine birçok hikâyeler ve hurâfeler tertîb olunmuş, birçok şâyi'alar îcâd edilmiştir. Galilee derdi ki: "Bir kimseye sizin ile'l-ebed yaşamanızı temenni ediyorum demekle sizin tahaccür etmenizi âızûediyorum demek beyninde hiçbir fark yoktur".
Felsefî esâslarla beslenmiş bir adam için gerek adem fikrinin ve gerekse şahsî hayâtm bir gim olup tamâmiyle inkıtâ'a uğrayacağı düşüncesinin hiç korkulacak bir ciheti yoktur. Adem demek en mükemmel bir istirâhât ve her türlü keder ve elemlerden tahallus demektir. Aym zamânda vücûdu ve rûhu rahatsız eden birçok hislerden, fikirlerden [617] intibâ'lardan da kurtulmak demektir. Bunu Hindistân mezheblerinden en meşhûrunu ihdas etmiş olan Buda ne kadar güzel îzâh ediyor. Diyor ki: "Adem inşân için korkulacak değil ti'l-akis temenni olunacak bir şeydir, hayât son haddine yaklaşmağa başlar. İnşân ihtiyârlar, o zamân vücûda ârız olan Kok illetlerden ve za'flardan kurtulmak için ancak bir çâre ''ardır ki, bu da latif ve herkesin iyiliğini isteyen ademin Kağma atlamaktır. Ademde hiçbir ıztırâb yoktur. Belki o, Ku gibi sâkin ve istirâhât vericidir".
Herkeste müşterek olan ölüm korkusu, bedbaht kimselerle jK ve fâzıl kimseler arasmda aslâ yoktur. Yalnız ^ontaigne'nin pek doğru îzâh ettiği gibi, "Ölmek fikrinin
dehşeti ancak ölümden sonra dahî bir hayât büjf' tahayyülü üe kâ'imdir, eğer ölümden sonra dîger bir hayât? edilmemiş olsaydı böyle bir korku kimsenin hâürma gelmezdii" (Kant). [618]
"Şurası da muhakkakhr ki, yaşamayan kimse hiçbir istnaij duymuyor demektir. Şu hâlde ademde hiçbir ıztırâi, bulunamaz" (Fichte).
"Acaba ebedî bir hayâta mâlik olamamak ebediyyen mevcûd olmaktan daha mı korkunçtur? Öldükten sonra mahv olup gitmek ve ademe karışmak ancak muhayyüemizin ihdas ettiği bir hayâli gayb etmek cihetiyle ıztırâbhdır" (Meslier),
Bu gibi sözleri pek eskiden Sokrat ve Eflâtûn dahî söylemişlerdir. Sokrat'm nazarmda ölüm inşândan vicdâram ayıran bir şeydir ki, büyük bir sa'âdet teşkîl eder. Çünkü derin ve rü'yâsız bir uyku hayâtm en mes'ûd günlerine tercih olunur. Eğer ki Yûnânistân'a â'id bu kabîl sözleri ve fikirleri toplamak lâzım gelse güzel bir mecmû'a meydâna geleceğinden şübhe etmemelidir.
"Acaba Truva muharebesinde bulunmadığmdan dolayı me'yûs olan kimse görülmüş müdür? Böyle bir muharebede bulımamadığı [619] ve istikbâldeki hâdiselerin insânlan ve bu dünyâyı nasıl bir hâle sokacağım bilemediği için te'essüf eden kimseye tesâdüf edilebilir mi?"
"Ölüm hiçbir şey değildir. Ölüm bize â'id olamaz, çünkü rûh ve cisim her ikisi de bu hâle ma'rûzdurlar. Bunun için Kartaca müdhiş bir harbin felâketleri altmda mahv olurken bizden hiçbir eser bulunmayacaktır. Biz hiçbir şey hissetmeyeceğiz. Acı bir telâş, heyecânh gürültüler, uzaktan uzağa havâlan titretir ve birçok kimseleri korkuturken, biz tamâmiyle hissiz ve kayıtsız kalacağız..."
"Galebenin Kartaca'da mı yoksa Roma'da mı kalacağından haberdâr olamayacağız. Çünkü ölüm rûh ile cismi birbirinden ayırır ve bunlar ayrı ayrı hiçbir şey değildirler. Böyle bir hâlde ise yerde, semâda ve denizde husûle gelecek hiçbir şey bizce mahsûs olamaz" (Lukretius).
Birtakım me'yûs fikirlerden kendini kurtararak teselli [620] bulmak isteyenler, rûhun ebediyyeti fikrinin bir hayâlden ibâret olduğımu düşünmelidirler. Ebedî olmak için çılduan inşân bu ebediyyeti yalmz kendi nefsi için deisîl KoIvj olduğu
jrid bir dalgasından başka hiçbir şey değüdır.
Sebiller diyor ki: "Sen ölümün karşısmda titrersin, kendinin jbedî olmasını ârzû edersin, eğer cidden öyle isen hey'et-i ^g(-mû'a içinde yaşa. Sen ölürsün, fakat senden bâkî kalan ^yler da imâ mevcûddur!"
Rückert, aynı fikri şöyle ifâde ediyor: "yalnız kaldığın ^[iıân adem fikri seni korkutur. O hâlde yalmz kalma; bir bir külliyyet içinde yaşa, çünkü ancak külliyyet
Bir kısım iskolastik feylesofları rûhun ebediyyeti bahsinde jyaklannm altmda bulunan zeminin titrediğini hissederek jıes'eleyi değiştirmek ve başka bir vâdîye ilticâ etmek istediler. |ja] İlticâ etmek istedikleri bu vâdî ise gâyet garîb ve hiç münâsebeti olmayan bir vâdî idi:
"Ebediyyet, tab^atlerin ve önlerine geçmek kâbil olmayan ârzûlarmızm hail etmek istedikleri birçok mu'ammâlann zarûrî bil neticesidir. Dünyâ yüzündeki nihâyetsiz elemler tabfatin ahengi içinde müdhiş bir intizâmsızlık husûle getirirler. Eğer ki âi bir âlemin yine âlî olan âhengiyle bu intizâmsızlık kapatılmayacak olursa büyük bir haksızlık ve adâletsizlik içinde kalmış olmaz mıyız? İşte bunlardan anlaşılıyor ki, ruhumuz ebedîdir ve ebedî olması lâzım gelir. Bıma dâ'ir kalbimizde büyük bir i'timâd mevcûddur" (CarriĞre).
Burada her şey kalbî bir i'timâd ile hail olunmak isteniyor. Bu kalbî i'timâd olsa olsa herkesin kendisine â'id husûsiyyeti olabilir ki, böyle husûsiyyetlere istinâden felsefî bahisler aslâ Balı olunamazlar. Vâkı'â hail edilmeleri bütün mütefekkirler için pek büyük meserret ve sa'âdet teşkîl edecek birçok ınu'ammâlar ortasmda bulunduğumuzu tasdîk [622] ederiz, lîkat mu'ammâlar ne kalbî bir i'timâdla ne de birtakım boş Merle hâl olunamazlar. Bu husûsda en ziyâde tecrübe, akıl muhakeme üzerine istinâd eden fennî bilgiler işe yarar. Bu cüretle düşünürsek kat'î bir sûrette çıkarmak mecbûriyyetinde '’ıdunduğumuz neüce, her şahsın bir nihâyete, yani maddî ve nevî bir ölüme mahkûm bulunması ve hayât denilen geçici hâdiseden sonra külliyyetin âgûşunda gayb olmasıdır, hiâtmu'ammâsım kat'î bir sûrette hail yâhûd
anlayabilmek öyle bir ârzûdur ki, bu ârzûyuöûtaTîJ^ uğratabilir. Eski feylesoflardan Lessing dahî bu fikre ediyor ve bu gibi mes'eleler karşısmda pek bulunduğunu i'tirâf eyliyordu.
Eğer rûhun ebediyyetini farz edersek bu ebediyyet, ya^j rûhun dîger âlemdeki mevcûdiyyeti dahî şimdiki hâssalannj muhâfaza edeceğinde şübhe yoktur. Çünkü her şey kendi hâssalarıyla mevcûddur. Skolastik feylosofları rûhun [623] ebediyyetini isbât etmek için hâl-i hâzırda rûhda mevcûd ebedî olmak hâssasmı zikr ediyorlar. Şu hâlde bu ebedî olmak hassası dîger âlemde dahî mevcûd olacaktır ki neüce i'tibâriyle o âlemin de bu âlemden hiç farksız ve bir nihayete müntehi bulımacağı anlaşılır. Artık mes'eleyi hail etmek için üçüncü ve dördüncü ve ilh. âlemler farz etmek mecbûriyyetinde kalıra.
Bu gibi feylosoflarm yekdiğerini nakzeden bu sözlerini cerh etmek bizce boş bir zahmet add olunur. Çünkü onlarm birtakım esâsları vardır ki, îcâb ettiği zamân inkâr ve îcâb ettiği zamân i'tirâf ederler. Meşhûr feylesoflardan Fichte diyor ki: "Ebediyyet, tabfî hâllerle îzâh edilemez ve îzâh edilmeğe ihtiyâç yoktur, çünkü o tabfatin fevkindedir. Eğer biz hislerimizin tecrübelerine istinâden bunu anlamağa çalışırsak muvaffak olamayacağımız âşikârehr. Çünkü ebediyyet ve ebedi hayât fikirleri hissiyyâtm dahî fevkindedir".
İşte bu kabîl nazariyyeler ancak inananları ve inanmak [6241 isteyenleri aldatabilir. Hakîkati bulmak isteyenler nazarmda hiçbir kıymet irâ'e edemez. Bizim bir şey anlamakhğımız için yegâne vâsıtamız hâsselerimiz olduğu cihetle onlarla idrâk edemeyeceğimiz bir şeye esâsen mevcûddur demek hiçbir esâsa istinâd edemez. Bununla berâber Fichte, ölümden sonra bir hayâtm mevcûd olabileceğine dâ'ir hâsselerimizle bir delil tedârik edemeyeceğimizi pek doğru olarak söylemiştir.
Burada bir mes'ele daha hâtıra geliyor ki, o da rûhun ebediyyetine inamidığı takdirde husûle gelmesi muhakkak olan birtakım müşkillerin zuhûrudur. Evvelâ rûhun dîger
âlemlerden, dîger semâvî cirmlerin daha zekî ve daha âlî birtakımsâkinlerinden gelmesiihtimâlin hâricindedir.
bunların hep bir arada bulunmalarına büyük bir teşkil eder. [625] Birtakım ilâhiyyât ve mâ-fevka't-âlimlerinin az çok umûmî olan iddi'âlarma nazaran gbedî hayât, arzî hissiyyâtm bir inkişâf ve tekemmülünden başka bir şey değildir. Şu hâlde her rûhım tekrâr avdeti az çok fâsıla ile vâki' olacağı gibi, aralarmda dahî büyük farklar bulunacağı âşikârdır. Çünkü hepsi muhtelif derecelerde \'ücûdu terk etmiş oluyorlar. Farazâ çocukların rûhlan, ibtiyârlarm rûhlan, delilerin, eblehlerin, câhillerin, za'îflerin rûhlan hepsi ayn ayrı derecelerden birer mâhiyyeti hâ'izdir.
Acaba bu geri kalmış rûhlar semâda tahsîl ve terbiyelerine devâm ederek diğerlerine yetişebiliyorlar mı? Herhâlde gerek cennetin mâ'î semâları gerek cehennemin ebedî işkenceleri inşâna â'id hayâli birer düşünce olmaktan başka hiçbir mâhiyyeti hâ'iz olamaz. Esâsen bu kabîl fikirlere kat'î bir şekil vermek hiçbir zamân mümkün olamamıştır. Hristiyanlarm nazarında ebediyyet Allah'a dâ'imî bir perestişten ibâret olduğu hâlde, yine ebedî hayâtm azâbları dahî [626] dünyevî hayâtın azâblarma müşâbih birtakım azâblardan teşekkül etmektedir.
excursíones en estambul yazdı ve sundu..