excursiones en estambul ve madde bilgileri45 evet sizlere en güzel bilgileri yazan excursiones en estambul ddiki "Kâ'inâtm ekser cisimleri, her ne kadar zâhiren sükûnet hâlinde görünseler de dâhilen dâimâ müteharrikdirler. Bu hareket ise mutlaka esîr ile mutâbakat hâlinde bulunan ve fezâ içinde muhtelif istikâmetlerle husûle gelen temevvücî ihtizâz cereyânlarma tâbi' olan atomlarm hareketidir. Buna ale'l-umûm harâret ıtlâk ediyoruz" (Clausius).Yine bu mü'ellifin ifâdesine nazaran, gaz molekülleri her ma'nâsıyla ve mütemâdiyen ihtizâz ederler ve bu moleküllerden her biri dîger bir moleküle yâhûd mukâvemetli bir cisme rast gelinceye kadar aym istikâmetde ihtizâz eder. Bundan başka moleküller kendi mihverleri etrâfmda döndükleri [125] gibi, onları terkîb eden atomlar da her istikâmete doğru ihtizâzlarmda devâm ederler. Atomların bu ihtizâzlarma moleküllerin dâhili hareketi (le motıvenıent intra-moleculaire) denir.
Mes'ele burada da hitâma ermiyor. Harâretin husûle getirdiği bu hareketlerden sonra, her cisnün -ne kadar kesif olursa olsun- dâ'imâ tahavvül ve tebeddül etmekte olduğu da meydândadn ve bu tahavvül ve tebeddül şeklen olduğu gibi o şekli husûle getiren cüz'lerce de vâki'dir. En sert bir kayanın hâli bu kâ'ideden hâriç değildir. O da mütemâdi bir "şekil tebdili"ne tâbi' ve mecbûrdur ki, bu şekil tebdili hikeml olabileceği gibi kimyevi de olabilir. Gayr-i uzvi âlemde de tıpkı uzvi âlemde olduğu gibi mütemâdi bir tahavvül câridir. Bunu bi'l-hâssa ma'den suyu menba'lan civârmda görebiliriz Ekseriyyâ sıcak ve hâmız-ı karbonla mâli olan su, bu tahavvülü bize pek iyi isbât eder. Sudan sonra arzm dâhili harâreti mihaniki tazyik ve zemin üzerinde havâ-yi nesiminin te'siri
müte akıb hikemî ve kimyevî tebeddül ve tahavvüller husûle getirebilirler.
Mâddenin tebeddülü, uzvîlerde daha fa'âl bir hâle gelir, esâsı bir tabî'at ve bir şart hâlini alır. Gizli ve uyuşuk bir hâlde bulunan hayâtlar sâhası bile bu kâ'ideden hâriç kalamaz. Eğer bizim hasselerimiz ve tarassud, müşâhede âletlerimiz lâzım geldiği kadar tekemmül etmiş olsaydı hâricî şekli bize mutlak bir sükûneti ihtâr eden bazı mâddelerin dâ'imî bir hareket ve tahavvül hâlinde bulunduklarmı görebilecektik.
"Protoplazmamn gerek şeklinde gerek kütlesinde hiçbir şey sabit değildir, hattâ ortasmda nüveytin (çekirdek) dâhilî teşekkülüne varıncaya kadar her şey tebeddül ve tahavvüle ma'rûzdur. Bunlarm her dakika birtakım uzamp kısalmaları, tebdîl-i şekl etmeleri zarûrîdir. İçlerinde bulunan moleküller bazen yan yana sıkışır, bazen birbirinden uzaklaşırlar. Bımunla berâber "şekl-i esâsî" ve şahsiyyet dâ'imâ bakîdir. Bunlardan başka her şey gider, her şey değişir" (Hanstein). [127]
Bundan sonra kuvvetin aslâ gayb olmayacağı kâ'idesi de bize gösteriyor ki, hiçbir hareket yeniden husûle gelemez ve mahv olamaz. Şu hâlde hareket mâddenin "ibtidâ'î hâli", ta'bîr-i âherle rûhudur. Henüz bu kânûn mechûl iken insânlar, bazen hareketin hiçbir eser bırakmayacak sûrette mahv olduğımu yâhûd sükûn hâline inkılâb ettiğini tahayyül ederlerdi. Bugün, artık böyle bir tahayyüle imkân yoktur. Çünkü sırf görünüşe nazaran vâki' olan bu tahayyül, fennin aslâ afv etmeyeceği bir hatâdan başka bir şey değildir. Hareket dahî mâdde ve kuvvet gibi mahv edilemez. Yalnız başka şekillere girer ki, bu şekiller tamâmiyle kendisine mu'âdil kuvvetlerdir. Bu hükümlerden, hareketin de ezelî, ebedî olacağı, mahlûk olmadığı, ibtidâsı, nihayeti ve müsebbibi bulunmadığı istihrâc olunabilir. Bugünkü hikmet-i tabî'iyye ilminin vâsıl olduğu son nokta da; Mâdde ve kuvvetin mahv edilemeyeceği, hareketin dâ'imiyyeti ve bunun eşkâli ve sür'atiyle görebileceği işlerdir. Feylesof Öken pek çok zamân evvel bu hakikati sezerek "hareket ebedîdir" demişti. Descartes [128] aym fikri "Bana mâdde ile hareketi verin, size dünyâyı yapayım" sözüyle ifâde etmek istemiştir. Hikmet-i tabî'iyyedeki "mâddenin atâleti" bahsi hakikatte bir ataleti değil, belki harekette bulunan bir cismin dîger bir cismin mukâvemetine rast gelmezse ile'l-ebed harekete devâm edeceğini isbât eder. Harekete devâm
edemediğ;i hâlde de husûle gelen hâdise sükûnet değîP' yukarıda da söylediğimiz gibi- iki mütekâbil hareLliJ neticesidir. Hâsılı kâ'inâtda sükûn yoktur. Bunun aksini iddi'^ edenler hiçbir misâl irâ'esine muktedir olamazlar. Eski zamânlarda, hattâ Sokrates asrmda bazı Yûnân feylosoflan tarafmdan hareketin ebediyyetine ve mevcûdiyyetine olan ihtiyâç hakkında birtakım ibtidâ'î kâ'ideler vaz' olunmuştur, Bi'l-hâssa eski atom nazariyyesi tarafdârları Leikkippos ve Demokritos ve bunlarm meşhûr mu'akkibleri Epiküros ve Lukretius bütün mevcûdları terkîb eden atomların ebedî bir sûrette müteharrik olduklarını iddi'â ediyorlardı. Bi'l-akis, Anaksagoras îsâ'dan 500 sene evvel ilk defa olarak ruhu mâddeden ayırmış ve hareketi, [129] müdrik bir fâ'il farz ettiği rûha atf etmiştir. Aristoteles bu nazariyyeyi ta'kîb etti ve âlemi tahrîk etmek için gayr-i maddî bir mevcûdun lüzûmuna kâ'il oldu. Bu gayr-i mâddî mevcûd nazarmda öyle bir şey idi ki, o her şeyi tahrîk ettiği hâlde kendisi müteharrik değildi. Skolastik felsefenin te'sîriyle bu nazariyyeler Descartes ve Spinoza zamânlarma kadar mevcûdiyyetlerini muhafaza edebildiler. Meşhûr riyâzî Nevvton bile bir tarafdan merkez-i sıklet kânûnlarmı keşf ederken, dîger tarafdan maddeyi halk eden ve harekete getiren bir “idâre-i ilâhiyye"ye i'tikâd ediyordu. İkinci defa olarak Leibniz hareketi yine hareketle îzâh etmek istedi. Dedi ki: "Her yerde fa'âliyyet vardır ve bence hareketsiz cisim olamadığı gibi fa'âliyyetsiz madde de olamaz".
Bu nazariyyeye göre mâdde ne ölüdür ne de âtıldır. Hâricden ne itilir ne de sarsılır. Kendi kendisine hem kuvvet hem de mukâvemetdir. Ölü bir mâdde fikri boş bir tahayyülden ibâret kalır. Çünkü biz tecrübelerimizle tamyoruz ki, [130] her yer ve her şey hayât ve fa'âliyyetle mâlîdir. Her fa'âliyyet bir tahavvül ve tebeddül demektir. On sekizinci asırdaki mâddiyyûnun hareket hakkmdaki nazariyyeleri de bizimkilerin aymdır. D'Holbach'a nazaran kâ'inât mâdde ile hareketten ibârettir ki, birçok sebeb ve hâdiselerin yekdiğerine ittisâlinden terekküb eder. Bu âlemde her şey dâ'imî bir medd ü cezre tâbi'dir. Sükûn yoktur. Mâdde ve hareket ebedîdir. Diderot ile şâkirdleri de bu fikirleri müdafa'a ediyorlardı.
Zamârumızm tabî'î ilimleri de aynı nazariyyeleri te'kîd ediyor ve bunların bütün sâhası hareketi tedkîk ve tarassuddan, trâvesi ise yine bazı hareketlerin husûle geHHi^Ku------
Madde ve Kuvvet / Çevriyazı
ibaret kalıyor. Bu ilimlerin ilk ve son sözü "Mâdde ve hareket nedir, ne olacakhr?" cümlesiyle hulâsa olunabilir.
"Ebedî bir hareket muhtelif ve nihâyetsiz şekilleriyle bazen sadeleşerek, fakat aslâ gâ'ib olmayarak temâdî eder gider. İşte son tahlillere nazaran kâ'inât budur" (L. K Popoff). [131]
Bu bâbm son sözü olmak üzere. Roma hükümdar ve feylosoflarmdan Marc-Auröle'in şu sözlerini aynen naki ediyoruz. "Ekseriyyâ düşünün ki, her gelen şey sür'atle gider ve mahv olur. Mâdde nihâyetsiz bir cereyân, inkıtâ'sız bir teceddüd zinciridir. Bu âlemde sükûn yoktur. Ebedî bir 'gidip gebne' vardır ki, her şey onun içinde münhaldir. Her kim ki bir şeyden dolayı ıztırâb çekerse, o adam akılsızdır. Bu cereyânın fâniliklerine kapılanlara ve uzun müddet mükedder kalçınlara yazıklar olsun!" [132]