excursiones en estambul ve hiclik1

 excursiones en estambul


excursiones en estambul ve hiclik1 evet bugün ben ve excursiones en estambul sizlere en güzel bilgilemerimizi sunuyoruz ve excursiones en estambul dediki Ve bu kaçış bile sahiplenilemez, çünkü kaçış olarak kendini inkar eder. Esasen neredeyse kaü bir devamlılıktır. “İki hal arasındaki madde” olmanın bu şüpheli vasfına en iyi tanıklık eden şey, cıvığın kendi kendisiyle kaynaşmasındaki yavaşlıktır: bir su damlası bir su birikintisinin yüzeyine değdiği anda su birikintisine dönüşür; biz bü işlemi su damlasının birikinti tarafından neredeyse ağız yoluyla emilmesi gibi değil, ama daha çok, kendisinden kaynaklandığı büyük bütünün içinde kendiliğinden eriyen tekil bir varlığın tinselleşmesi ve bireyliğini kaybetmesi gibi kavrarız. Su birikintisi sembolü panteist şemalann oluşumunda son derece önemli bir rol üstlenmişe benzer; varlıktan varlığa münasebetin özel bir türünü açığa çıkarır. Ama eğer cıvığı ele alırsak, kendi kendisine dönüşme fenomeni içinde, değişmez bir gecikmeyi temsil ettiğini görürüz (tüm akışkanlığını, yavaşlatılmış bir halde, gizemli biçimde muhafaza etmiş olmakla birlikte; cıvık olanı pürelerle karıştırmamak gerekir; pürede akışkanlık ani kınimalara, ani duraklamalara maruz kalır ve pürede madde bir akış başlangıcı ardından bir anda tepetaklak yuvarlanıverir): kaşığımdan, kavanozda bulunan balın üstüne akan bal önce yüzeyi şekillendirir, o yüzeyden bir kabartma halinde aynlır ve bütünle kaynaşması bir çöküş gibi, hem bir sönûş olarak (çocuk duyarlılığı açısından, cam işler gibi “üfleyerek şişirilen” ve acınası bir çığlık koyuvererek sönen balon adamları düşünelim) hem de sırt üstü uzanan bir kadmın biraz gelişik memelerinin yassılmasında olduğu gibi, bir yayılma olarak görünür. Gerçekten de, kendi kendisinde eriyen bu cıvıkta hem varlığın bütünü içinde yok olmak istemeyen bireyin reddedişine benzeyen görünür bir direniş vardır, hem de, aynı zamanda, en uç sonucuna kadar götürülmüş bir gevşeklik vardu: çünkü gevşek, yarı yolda duran bir yok oluştan başka bir şey değildir; gevşek, bizim tahripkar gücümüzün ve sınırlarının imgesini bize en iyi yansıtan şeydir. Cıvık damlanın bütün içinde kayboluşunun ağırlığı önce gevşeklik gibi algılanır çünkü gecikmiş ve zaman kazanmaya çalışır görünen bir yok oluş gibidir; am: bu gevşeklik sonuna kadar gider: damla cıvık tabakanın içine gömülür. Cıvığı birçok özelliği bu fenomenden doğacaktır: ilkin, dokunulduğunda gevşektir. Ye re su döktüğünüzde, akıp gider. Cıvık bir madde döktüğünüzde, kendim sala yayılır, yassılaşır, gevşektir; cıvığa dokunduğunuzda, kaçmaz: boyun eğer. Suyt ele gelmezliğinde bile acımasız bir katılık vardır ve ona gizli bir maden anlar kazandınr: sonuç olarak su da çelik gibi sıkıştırılabilmezdir. Cıvık sıkıştınlabil Dolayısıyla öncelikle sahiplenilmesi mümkün olan bir varlık izlenimi verir. 1
birden: cıvıklığı, kendine kanlımı, kaçmasını engeller, dolayısıyla onu arasına alabilirim, belli bir ölçüdeki balı ya da zilli kabın içinde kalan-"n ayi‘'^bilirim ve bu yoldan, sürdürülen bir yaralım aracılığıyla bireysel bir ‘^jj,e3,aratabilirim; ama aynı zamanda da, avuçlarımın arasında ezilen bu mad-letıir» gevşekliği, bana durmaksızın onu tahrip ettiğim izlenimini verir. Burada ,jrçekıen de bir lahrip-yaratım imgesi vardır. Cıvık, yumuşak başlıdır. Ne var ki, onu sahiplendiğimi sandığım anda, tuhaf bir tersyüz oluşla, o bana sahip ,lur. Asıl özelliği de burada ortaya çıkar, gevşekliği vantuz işlevi görür. Elimde nıiıugum nesne, eğer katı ise, canım istediği anda onu bırakabilirim; onun ataleti, benim açımdan bütünüyle kendi gücümü sembolize eder; onu ben temel-lendinrim, ama o beni temellendirmez; kendindeyi kendi kendisinde toplayan eesaygınlığını yitirmeden, her zaman özümleyici ve yaratıcı kalarak onu kendince mertebesine kadar yükselten kendi-içindir; kendindeyi özümseyen kendi-ıçlndir. Başka türlü söylersek, sahiplenme, “Kendi-için-Kendinde”nin sentetik varlığı içinde kendi-içinin önceliğini olumlar. Ne var ki cıvık, terimleri tersyüz eder, kendi-için aniden saygınlığını yitirir. Ellerimi açarım, cıvığı bırakmak istettin ama o bana katılır, beni emer, içine çeker; onun varlık kipi ne katının güven verici ataletidir, ne de benden kaçarken kendini tüketen suyunki gibi bir dinamizmdir; gevşek, ıslak ve içine çeken olarak dişi bir etkinliktir, parmaklanmın altında karanlık bir biçimde yaşar ve onu bir başdönmesi gibi hissederim, beni i opkıbir uçurumun dibinin çektiği gibi kendine çeker. Cıvıkta, dokunmayla bü-I mlenme gibi bir şey vardır. Kendine mal etme sürecini durdurmaya hakim olan i aıükben değilim. Süreç devam eder. Bir bakıma, sahiplenilenin en üst itaaıkar-I lığı, artık istenmediği zaman bile kendini veren köpeğin sadakati gibidir, bir bakıma da, bu itaalkarlığın altında, sahiplenenin sahiplenilen tarafından sinsice kendine mal edilmiş olması yatar. Burada aniden ortaya çıkan sembol görülüyor; zehirli sahiplenmeler vardır; kendindenin kendi-içini özümseme imkânı vardır; yani, bir varlık “Kendi-için-Kendinde”nin tersi yönünde oluşur ve burada kenede, kendi-içini kendi olumsallığının içine, kendi kayıtsız dışsallığı içine, temelsiz varoluşu içine çeker, işte o anda, cıvığın kurduğu tuzağı birdenbire kav-®m: bu, beni tutan ve lekeleyen bir akışkanlıktır, cıvığın üzerinde hay amam, '>«ûn vantuzlarıyla beni tutar, benim üzerimden kayamaz; bir sülük gibi yapı-i'f' Bununla birlikte kayma edimi katı tarafından yapıldığı gibi sadece reddedil-j yozlaştınlır; cıvık, bu edime yatkın görünür, beni buna davet eder, çünkü]
dingin durumdaki bir cıvık tabakası çok yoğun bir sıvının oluşturduğu tabakadan belirgin bir biçimde farklı değildir; ne var ki bu bir tuzaktır; kayma edimi kaygan madde tarafından emilir ve üzerimde birtakım izler kalır. Cıvık, bir karabasanda görülen ve bütün özellikleri bir tür yaşamla canlanarak benim karşıma geçen bir sıvı gibi ortaya çıkar. Cıvık, kendindenin rövanşıdır. Bir başka düzlemde, tadı niteliğiyle sembolize edilen, yumuşakça ve dişi bir rövanştır. Bu nedenle tatlı, tadın yumuşaklığı -hep ağızda kalan ve yutmadan sonra da devam eden silinmez yumuşaklık- olarak cıvığın özünü mükemmelen tamamlar. Tatlı cıvık, cıvığın idealidir; Kendi-içinin tatlı ölümünü sembolize eder (reçele gömülen ve orada boğulan eşek arısı). Ama aynı zamanda, cıvık maddenin kendine mal edilişini yalnızca başlatmamdan ötürü cıvık olan benim. Cıvığın ellerimin üzerinde hissettiğim o emiciliği, cıvık maddenin devamlılığı gibi bir şeyi bende başlatır. Benden akıp cıvık tabakaya düşen bu uzun ve gevşek madde sütünlan (örneğin, elimi cıvık maddeye sokup sonra çıkardığımda), bizzat benim cıvığa doğru akışım gibi bir şeyi sembolize eder. Ve bu sütunların dibinde, cıvık tabakayla kaynaşmada saptadığım gecikme, kendindenin emişine karşı varlığımın gösterdiği direnişin sembolü gibidir. Suya daldığım, suyun içine gömüldüğüm, kendimi onun içinde akmaya bıraktığım zaman, hiçbir rahatsızlık duymam, çünkü suyun içinde erime endişesini hiçbir ölçüde taşımam: onun akışkanlığı içinde bir katı olarak kalırım. Ama cıvığın içine dalarsam, orada kendimi kaybedeceğimi, yani cıvık halinde eriyeceğimi hissederim, çünkü cıvık, tam da katılaşma talebinde-dir. Bu açıdan baktığımızda, yapışkan [pâteux] da cıvıkla aynı veçheyi taşısa gerektir, ama büyülemez, lekelemez, çünkü âtıldır. Yapışan, lekeleyen ve dengesiz madde olarak cıvığın kavranmasında bile bir metamorfozun istilası gibi bir şey vardır. Cıvığa dokunmak, cıvıklık halinde erime tehlikesiyle karşılaşmaktır.
Şimdi, bu erime, kendi başına esasen dehşet vericidir, çünkü mürekkep kâğıdının mürekkebi emmesi gibi, kendi-içinin kendinde tarafından emilmesidir Ama ayrıca, ille de şey halinde metamorfoz söz konusüysa, bunun cıvık halinde ki bir metamorfoz olmasından ötürü bü dehşet vericidir. Hattâ eğer kendi kendi min sıvılaşmasını, yani varlığımın su haline dönüşmesini kavrayabilseydim, bt beni aşırı ölçüde etkilemezdi, çünkü sü bilincin sembolüdür; hareketi, akışkanlı ğı, varlığındaki o dayanışmacı olmayan dayanışmacılığı Isolidarite non solıdaire sürekli kaçışı, vb. ile ondaki her şey bana kendi-içini hatırlatır; öyle ki, bilinci süre [dureel özelliğine işaret etmiş olan ilk psikologlar (James, Bergson), onu çı
bir ırmağa benzetmişlerdir. Bir bütünün parçalarının değişmez iç İçe gir-?'Live durmaksızın ayr^şabilırliğini. serbestliğini en iyi anıştıran imge, ırmak /'tisidir. Ama cıvık, korkunç bir imge sunar; bir bilinç için cıvık hale gelmek /"'pdi başına korkunçtur. Çünkü cıvığın varlığı gevşek katılımdır ve bütün par-/^grının vantuzlarıyla birbiriyle dayanışma içinde olması, işbirliği ve sinsi suçor-İ|’|.l,g,dır, her birinin bireyselleşmek için gösterdiği ve bireyden boşaltılmış, her jjfyönden madde tarafından emilen yassılaşma halindeki bir dökülüşün izlediği i ıjuglak ve gevşek çabadır. Şu halde cıvık hale gelecek bir bilinç, fikirlerinin ka-Ijılaşmasıyla dönüşecektir. Geleceğe doğru, bir kendi projesine doğru atılmak isleyen ve buna ulaşmanın bilincine varacağı anda, geçmişin emiciliğiyle sinsice,
Ijjrunmez bir şekilde tutulduğunu hisseden, kaçtığı bu geçmişin içinde yavaşça |iH|işine, nihayet kendi kendisini tamamen kaybedene kadar projesinin bin tür-lnasalak tarafından istila edilişine tanık olmak zorunda kalan bir bilincin bu ta-;^luiuna, dünya üzerinde belirdiğimiz andan itibaren maruz kalınz. Bu korkunç .i[jzgıyla ilgili en iyi imgeyi bize etki psikozlarındaki “düşüncenin çalınması” (vol |jelapensee] sunar. Ama bu korkunun ontolojik düzlemde dile getirdiği şey, tam lijkendi-içinin olgusallığın kendindesinden kaçışı, yani zamansallaşma değilse 1#? Cıvığın verdiği dehşet, zamanın cıvık hale gelmesinden, olgusallığın durmaksızın ve aldırmakstzm gelişerek “onu var kılan” kendi-içini emmesinden du-|rtt dehşettir. Bu kaygı ölümden, salt kendindeden, hiçlikten değil, kendi-için-Idindeden daha fazla varolmayan ve cıvık tarafından yalnızca temsil edilen özel llsıvarlık türünden duyulan kaygıdır. Bütün gücümle reddettiğim ve değerin var-l|nım içinde bana musallat olması gibi bana musallat olan ideal bir varlık: tellendirilmeyen kendindenin kendi-için karşısında öncelik taşıdığı ve antideğer iaivaleur] diye adlandıracağımız bir ideal varlık.
s Böylece crvığın kendine mal edici projesi içinde cıvıklık aniden bir antidegerin |aıbolû olarak, yani gerçekleştirilmemiş, ama tehditkar, bilince, kaçtığı değişmez jaiike gibi durmadan musallat olan ve bundan ötürü, kendine mal etme projesi-laıiden kaçış projesine dönüştüren bir varlık türünün sembolü olarak açmlanır. l'Sİıa önceki hiçbir deneyden kaynaklanmayan, yalnızca kendindenin ve kendi-lîmpreontolojik kavranışının sonucu olan bir şey ortaya çıkmıştır ve bu şey tas-cıvığın anlamıdır. Bir bakıma bu bir deneyimdir, çünkü cıvıklık görûsel bir pir; bir bakıma da varlığın yaşadığı bir serüveninin keşfi gibi bir şeydir. Bu Pdan itibaren, kendi-içinin karşısına belli bir yeni tehlike, tehditkar ve kaçı-
Jean-Paul Sarı re
nılması gereken bir varlık kipi, her yerde karşılaşacağı somut bir kategori çıkar. Çıtak, a pıioh olarak, hiçbir psişik davranışı sembolize etmez: cıvık, varlığın kendi kendisiyle belli bir ilişkisini gösterir ve bu ilişki kökensel olarak psişikleştirilir, çünkü onu kendime mal etmeye başlarken keşfederim ve cıvıklık bana kendi imgemi yansıtır. Nitekim ctvıkla daha ilk temasımdan itibaren, psişik olan ve olmayan ay-nmının ötesinde, belli bir kategorinin tüm varolanlarının varlık anlamını yorumlamak üzere geçerli bir ontolojik şemayla donanırım, bu kategori de esasen farklı çıtak türlerinin deneyiminden önce boş bir çerçeve olarak belirir. Cıvık karşısmda-ki kökensel projemle bu kategoriyi dünyanın içine ben atarım, bu kategori dünyanın nesnel bir yapısı, aynı zamanda da bir antideğerdir, yani cıvık nesnelerin gelip sıraya girecekleri bir alanı belirler. O andan itibaren, ister bir tokalaşma, isler bir gülümseme ya da bir düşünce söz konusu olsun, bir nesne benim için ne zaman bu varlık münasebetini ortaya çıkarsa, tanım gereği cıvık olarak kavranmış olacaktır, yani bu nesne fenomenal düzenlenişinin ötesinde, ziftler, zamklar, ballar, vb. ile birlik halinde, bana cıvıklığın büyük ontolojik alanını oluşturur gibi görünecektir. Buna karşılık, kendime mal etmek istediğim buradaki bütün dünyayı temsil ettiği ölçüde, cıvık da daha ilk görüsel temasımdan itibaren bana bir sürü karanlık imlemler ve onun ötesine geçen göndermelerle yüklü görünür. Cıvık, kendiliğinden “cıvıktan da daha fazlaymış” gibi keşfedilir; ortaya çıktığı andan itibaren psişik olan ve fiziksel olan arasındaki, ham varolan ile dünyanın imlemleri arasındaki tüm ayrımlan aşar; varlığın mümkün bir anlamıdır. Şu halde çocuğun cı\ak konusunda edinebileceği ilk deneyim, onu psikolojik yönden de ahlaki yönden de zenginleştirir: mecazi olarak “cıvtk” diye adlandtrılan yapışkan bayağılık türünü keşfetmek için ergin yaşa gelmeyi beklemesine gerek yoktur: bu bayağılık oracıkta, yanı başında, bizatihi balın ya da zamkın cıvıklığı içindedir. Cıvık konusunda söylediğimiz şey çocuğu çevreleyen bütün nesneler için geçerlidir; bunlara maddesinin sıradan açığa çıkışı çocuğun ufkunu varlığın en uç sımrlanna kada yayar ve aynı anda da onu bütün insani olguların varlığım çözmek üzere bir di: anahtarla donatır. Bu, yaşamın “çirkinliklerini”, “karakterlerini”, ya da tersine, vi roluşun “güzelliklerini” çocuğun daha baştan bildiği anlamına gelmez. Sadece, çi kinliklerin ve güzelliklerin, davranışlann, psişik özelliklerin, cinsel ilişkilerin, v asla tikel örneklemelerden başkaca bir şey olmayacakları tüm varlık animbm sahibi durumundadır. Yapışkan, koyu, buğulu, vb., kumdaki ve topraktaki del 1er, mağaralar, ışık, gece, vb. çocuğa psişik-öncesi ve cinsellik-öncesi varlık kip
excursiones en estambul yazdı..